Kenanoğlu: OSB ve Vakıflar yasası bir el koyma yasasıdır
Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul Milletvekili Ali Kenanoğlu, TBMM Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu’nda, Organize Sanayi Bölgeleri Kanunu ve Vakıflar yasasında çeşitli düzenlemeler öngören yasa tasarısı görüşmelerini katıldı. Kenanoğlu, yapılan görüşmede parti olarak görüş ve itirazlarını dile getirerek, bu yasaların bir el koyma yasası olduğunun altını çizdi.
Konuşma videosu ve tutanak metni aşağıda yer almaktadır.
14.03.2023 tarihli SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİİ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU
Konuşmacı: ALİ KENANOĞLU Seçim Çevresi: İSTANBUL
ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Sanırım, 27’nci Dönemin son Komisyon toplantısını yapıyoruz.
Biraz boğazımda rahatsızlık var, o yüzden kusura bakmayın, o nedenle uzun da konuşamayacağım.
Şimdi, bir taraftan seçim kararı alınmışken, diğer taraftan da depremin yakıcı sonuçlarıyla boğuşurken herhâlde elzem olan bu toplantıyı yapmak ve bu yasaları çıkarmak değildir. Bu süreçte, özellikle seçim kararı alınırken ve 27’nci Dönem milletvekilliği artık son bulurken depremin yaralarını sarmak için olması gereken ve bizim Komisyonumuzu ilgilendiren birtakım düzenlemeleri yapmayı tartışmak isterdik açıkçası. Fakat sonuçta, iktidar önemli ölçüde işveren temsilcisi. AK PARTİ artık yoksulların değil, zengin, elit zümrenin partisi hâline gelmiş durumda. Bunu hani laf olsun diye söylemiyorum, yapılan bir çalışma da var bu konuda. AK PARTİ iktidarı dönemlerinde emeğin millî gelirinden aldığı pay yüzde 40’lardan yüzde 23’lere düşmüş durumda ve AKP’nin Meclis grubu tümüyle yani büyük oranda zengin iş insanlarından oluşuyor. Fuat Ağabey, bakma öyle sen de öylesin.
ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Yani bu bir araştırma. Dolayısıyla, bu kadar böyle zenginler kulübüne dönüşmüş bir parti ve onun iktidarından şüphesiz ki sanayiciler için, iş insanları için ve yine işte zenginler kulübü için acil ve ivedi yasalar daha elzem hâle geliyor.
ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Burada, tabii, temel 2 eleştirimiz var bu yasalara ilişkin. Birincisi, torba kanun mantığı. E, bu kanun da yine 9 farklı kanunu ilgilendiren bir torba kanun. Dolayısıyla, bunu doğru bulmadığımızı bir kez daha baştan ifade edeyim. İkincisi de işte, tam da bu anlattığım sebepten kaynaklı olarak bu tür kanunları hazırlarken, örneğin, OSB’lerle ilgili bu kanunları hazırlarken, BOTAŞ’la ilgili bu kanunları hazırlarken, vakıflarla ilgili bu kanunları hazırlarken bunların maruz kaldığı toplumsal kesimlerin temsilcilerini de dinleme ihtiyacı duymuyorsunuz. Sendikalar, dernekler, demokratik kitle örgütleri bu OSB’lerden kaynaklı, mağdur olduğunu iddia eden, ortaya koyan, bununla ilgili demokratik mücadeleler yürüten KÖİ’lerin, onların temsilcilerini buralarda dinleme imkânı, onların da en azından yasayla ilgili konuşmasına, itirazlarını ifade etmesine maalesef imkân tanımıyorsunuz. Burada anlatıldı, ifade edildi, bütünüyle bir taraftan da mahkeme kararlarının arkasından dolanma yasaları çıkarıyorsunuz.
Şimdi, yaşadığımız ülkenin bir hukuk devleti olduğu iddia ediyoruz ve böyle olmasını da istiyoruz. Vatandaşın tek güvendiği şey mahkemelerdir. Vatandaşın parası yoksa, vatandaşın ekonomik gücü ya da benzer bir örgütsel, toplumsal harekete geçirme gücü de yoksa bireysel olarak vatandaş kendi haklarını mahkemelerde arar, buralara müracaat eder ve mahkemeler tarafından da hakkı bulunuyorsa dava onunla ilgili sonuçlanır. Bu, bazen vatandaşlar için bazen de kurumlar için geçerlidir. Sonuçta hukuk devletiyiz ve herhâlde bütün bu yaşadığımız sorunları, sıkıntıları hukuki çerçevede aşmamız gerekir ama vatandaş gidiyor, mahkemeye başvuruyor, haklı olduğunu tescil ediyor, davayı kazanıyor ama geliyor zenginler kulübüne, diyor ki davaya kaybeden: “Ya, ben davayı kaybettim, şu yasayı bir değiştirin de bu davayı kenara koymuş olalım yani davanın bir anlamı kalmasın.” İşte, bunlar vatandaşın, yurttaşın ülkesine, devletine bir bütün olarak güvenini sarsan unsurlardır. İnsanların devletle olan ilişkisi, ülkesiyle olan ilişkisi hukuki güvenceyle sağlanır. Bu güvence elinde yoksa kime güvenecek, nasıl güvenecek? Yani “Gücü olan güçsüzün tepesine binsin.” üzerinden bir yaşam olmaz, bir devlet olmaz, böyle bir devlet düzeni olmaz, böyle bir hukuk sistemi zaten olmaz.
Şimdi, bu anlamıyla, bu yasalar yapılırken de toplu hâlde yapılır yani örneğin biz OSB Yasası mı tartışacağız; OSB’nin -Sayın Genel Başkan burada- bütünüyle ihtiyaçları ortaya konulur, bu ihtiyaçların hepsi belli bir süreçte tartışılır, bunun muhatapları da bu kanunla ilgili görüşlerini ortaya koyar ve sanayiciyi de mağdur etmeyen, toplumsal mutabakatla sağlanmış bir yasa ortaya konulur. Şimdi, burada toplumsal mutabakatın olmadığı, bir tarafın mağdur edildiği ve bir tarafın haksızlığa uğradığını düşündüğü bir yasayı yaptığınız zaman buradan toplumsal bir huzur çıkmaz, buradan bir sosyal devlet, hukuk devleti çıkmaz. O anlamıyla gerek OSB Kanunu çerçevesinde gerekse Vakıflar Kanunu’ndaki düzenleme çerçevesinde baktığımız zaman, tümüyle iktidarın gücünü kullanarak, sayısal çoğunluğu kullanarak kaybedilen davaları ya da mahkemeden reddedilir düşüncesiyle yürütülemeyen birtakım işleri yürütmek için yapılan kanun değişikliğidir. Altını çizerek söylüyorum: Bu kanun değişiklikleri toplumun faydasına da olabilir ama bütün bu süreçler bu şekilde yürütülemez. Bütün bu süreçlerin topluma açık bir şekilde, şeffaf bir şekilde OSB sanayicilerinin ihtiyaçları da ortaya konularak düzgün ve düzenli tartışılmış, toplumun mutabakatıyla oluşturulmuş bir kanun hâline dönüştürülmesi gerekir. Öbür türlü, bu kanun iyi niyetli de olsa, sanayicinin ve toplumun bir bütün olarak işine yarayan bir kanun da olsa bu şekliyle hiçbir şekilde kimsenin ikna edilemeyeceği bir hâl alır.
Şimdi, bize bu konuda itirazlarını dile getiren köylüler mail attılar, sizlere de gelmiştir; işte, İzmir’den, Kemalpaşa’dan, Amasya’dan, birçok yerden… Organize sanayi bölgelerinin mülkiyetlerinin kurulması ilanıyla ilgili, oralarda OSB kurulmasıyla ilgili itirazlar var. Şimdi, bizim bunları gazete haberlerinden değil, burada kendilerinden dinlememiz gerekir. Sayın OSB Genel Başkanına sormaları gerekir, sorular varsa cevaplanması gerekir ve bu meselenin bir bütün olarak tartışılıp toplumsal mutabakatla oluşması gerekir çünkü şöyle bir şey değil yani: Bazen bize “Siz OSB’ye karşısınız, sanayiye karşısınız.” diyorlar; böyle değil. Bu topraklarda yaşayan insanların işe ihtiyacı var, çalışmaya ihtiyacı var, evine, çoluğuna çocuğuna ekmek götürmeye ihtiyacı var ve bu sanayi alanlarının da gelişmesine ihtiyaç var. Biz bunlara karşı filan değiliz ama bu şekliyle olmaz diyoruz yani bu şekliyle, toplumsal mutabakat olmadan “Ben yaptım oldu, gücümü kullanarak yapıyorum, kişisel ilişkilerimi kullanarak iktidardan bunu talep ediyorum, o da sayısal çoğunluğa güvenerek bu kanunları getiriyor ve mahkeme kararlarını kenara koyuyoruz, bertaraf ediyoruz.” Böyle olmaz; bu şekliyle, bu sonuçtan OSB yöneticilerinin de hiçbir şekilde memnun olmaması gerekir.
Sayın İffet Hanımefendi sunumunda “el koyma kararıyla birlikte” diye kullandı cümleyi yani el koyma kararı… Bu, bir el koyma kanunudur yani kanunu açıklarken kendisi de böyle ifade etti “Ondan sonra şöyle olacak, böyle olacak.” diye süreci anlattı. Bu, bir el koyma kanunudur yani biz burada bir el koyma kanunu yapıyoruz; böyle ifade edildi, böyle arz edildi yani.
Şimdi, dolayısıyla, bunlar yöntem olarak yanlış yöntemlerdir arkadaşlar, bu yöntemin terk edilmesi gerekiyor. Tabii, bunu son toplantısını yapan ve seçim sürecine giren bir iktidara söylemiyoruz, bunu Meclisin tutanaklarına ve burada, bu hazırunda bulunan insanlara bundan sonraki yönetim anlayışının ne olması gerektiği üzerinden söylüyoruz. Yoksa bizim bu iktidardan artık bir beklentimiz yok, bitmiştir yani artık, onların görevi tamamlandı. Bir an önce seçime gidilip sonuçlandırılsın ve bu millet de artık bu tür uygulamalardan kurtulsun; artık bu noktadayız yani. Dolayısıyla, iktidara yönelik söylediğim sözler “Böyle yapın, şöyle yapın.” sözleri değildir. Böyle olmalı, şöyle olmalı, bundan sonra bu şekilde yapılmalı. İktidar kim olacaksa, bu koltuklarda milletvekili olarak bizlerden sonra hangi arkadaşlarımız oturacaksa bu işler böyle ele alınmalı. OSB’lerin de sanayicilerin de yetkili arkadaşların da bu meseleleri böyle ele alması gerekiyor.
Şimdi, Vakıflar Yasası’nda da aynı şey söz konusu arkadaşlar. Sonuçta bu da bir el koyma kararıdır yani büyükşehir belediyelerini alamıyorsunuz, birtakım yerleri kazanamıyorsunuz, seçimle vatandaş sizin politikalarınızı cezalandırıyor. Ne olacak yani ondan sonra? Cezalandırdı diye başka yöntemlerle buralardaki işletmeleri, buradaki rantı kendinize, kendi elinize çekme girişimi için kanun mu çıkaracaksınız? Sizden sonraki iktidarlar da mı böyle yapsın yani? Bu doğru bir yöntem midir? Bu, devlete, iktidara olan güveni sağlayacak olan bir şey midir? O zaman her iktidarın kendisi kazanamadığı yerlerle ilgili özel kanunlar çıkartsın ve elinden giden her belediye için, mahalle için, muhtarlık için özel kanunlarla oraların kullanım haklarını kendi inisiyatifine alsın; bunlar yanlış işlerdir. Bu anlamıyla, bütün bu sürecin terk edilmesi gerekiyor arkadaşlar.
Tabii, burada, BOTAŞ’ın özelleştirilmesi meselesiyle ilgili arkadaşlar dile getirdiler; biz ülkenin stratejik ürünlerinin, stratejik yerlerinin tümüyle kamunun elinde olmasını savunuyoruz yani enerji sektörü tümüyle kamunun elinde olmalı, limanlar tümüyle kamunun elinde olmalı. Dolayısıyla, buralar kâr hırsına ve özel sektörün işleyişine terk edilemeyecek derecede önemli işlerdir, önemli yerlerdir. Dolayısıyla, doğal gaz meselesi de dünya üzerinde savaşlara neden olan stratejik bir konudur. BOTAŞ’ın da şu ya da bu şekilde bölünmesi, parçalanması, özelleştirilmesi meselesine karşı çıktığımızı ifade etmek isterim.
Burada, Vakıflar Yasası’nda bir tehlike var -Sayın Bakan Yardımcısıyla ve ilgili müdür beyle toplantı öncesinde görüştük, bu vesileyle dile getirmek isterim- bu çıkartılan Vakıflar Yasası sadece büyükşehir belediyesinin elindeki birtakım alanlara el koymayı sağlamıyor. Doğrudan bu yasa olmasa bile yani bizim yapmış olduğumuz düzenleme olmasa bile, bundan önceki Vakıflar Yasası’ndaki kimi maddeler bu ülkede Süryanilerin, Alevilerin elindeki inanç ve ibadet merkezlerine el koyma yolunu ve yöntemini açmıştır. Bunun ilk yöntemini Büyükşehir Yasası açtı; Büyükşehir Yasası’yla birlikte köylerdeki bütün inançsal mekânlar, vakıf mülkiyetinde olan yerler -köyler, mahalle olduğu için- muhtarlıklardan büyükşehir belediyelerine geçti. Büyükşehir belediyeleri de bunları aldı, başka türlü kullanmaya başladı. Örneğin Süryani Kilisesi’nin Diyanetin eline geçmiş olması gibi birçok sorun ve sıkıntıyla uğraşıldı; keza buradan kaynaklı olarak özellikle Alevi köylerindeki tarihsel mekânlar ve inanç, ibadet merkezleri var. Bu Vakıflar Yasası’ndaki bu el koyma maddesi bu düzenlemeyle gelmiyor, anladık onu ancak bir bütün olarak Vakıflar Yasası içerisindeki o el koyma maddesi nedeniyle zaten belli bir süreç içerisinde bunlara el konuldu; yürüyen, sürdürülen davalar da var. Sonuçta 30 kişilik, 40 kişilik bir köy, dağ başında bir köy, kendi inanç mekânında, kendi inançsal alanında kendi ibadetini yapmak istiyor ama Vakıflar Genel Müdürlüğü geliyor, diyor ki: “Burayı biz işleteceğiz, biz yöneteceğiz, biz buraya el koyuyoruz.” Hukuken hakkın olsa dahi inançsal anlamda etik değil bir kere yani o dağ başındaki 40 haneli, 50 haneli, 100 haneli köy kendi inançsal değer yargıları içerisinde ibadetini sürdürürken yani Vakıflar Genel Müdürlüğünün gelip buna el koyması ve bununla ilgili, bunlarda ısrarda da bulunması kabul edilecek bir şey değildir. Bunların bir tanesi benim köyümde yaşanıyor, biz yaşıyoruz, aynı şekilde, Tokat’ta Hubyar Tekkesi’nde bu yaşanıyor Sayın Müdürüm yani bu ısrarınızdan vazgeçin. Orada insanlar kendi inanç, ibadet noktasında inançlarını sürdürürken -kazandıkları dava, kazandıkları hâlde yani köylü, muhtarlık- Vakıflar Genel Müdürlüğü önce el koydu, daha sonra köy muhtarlığı dava açtı, davayı kazandı; olmuyor, yetmiyor, gitti, yine el konuldu yani. Ya, bu ayıptır, hani her şeyden önce ayıptır. Biraz saygı, o insanların inançsal değerlerine biraz saygı duymak gerekiyor. Yani siz el koyacaktınız da ne olacak? Yani Vakıflar Genel Müdürlüğünün eline geçince başınız göğe mi erecek, cennete mi gideceksiniz yani derdiniz ne?
Şimdi bu, burada, bir taraftan da şuna yol açıyor: İnançları, kendi içerisindeki yaşamış oldukları, o köydeki kendi iç sıkıntılarına da yol açıyor, bir taraftan da toplumun kendi iç dinamiklerine karşı bir bölünmeye de yol açıyorsunuz; bunlar doğru şeyler değil. Sonuçta bu ülke güvenlik konusunda -efendime söyleyeyim- istihbarat konusunda güçlü bir devlet bu devlet. Eğer devletin kanunlarına, Anayasa’sına ve yasalarına aykırı bir faaliyet söz konusuysa zaten ceza yasalarından tutun ki birçok konuda iş ve işlem yapmaya hakkınız var ama bütün bunlar varken bir de bu işlere girişmek toplumun değer yargılarına karşı da hakikaten bir saygısızlık ortaya çıkarıyor. Sayın Bakan Yardımcısı ve Sayın Müdürümüz, burada; hâlihazırda da o yürüyen davayı artık sonlandırın ve müdahale etmekten vazgeçin. Bırakın, köylü kendi iç işlerinde o sorunu kendisi çözsün ve Alevi toplumu kendi dinamiği içerisinde inanç, ibadetini sürdürsün diyorum.
Teşekkür ediyorum.