Meclis Başkanlığı’ndan geri dönen tek soruluk önergeler yeniden Meclis’te
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi‘nin (AİHM) Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eski Eş Genel Başkanı Selahattin DEMİRTAŞ‘ın serbest bırakılmasına dair verdiği kararın uygulanmaması sebebiyle; HDP Meclis Grubu tarafından 20 Ocak’ta Cumhurbaşkanlığı, Adalet Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı‘na verilen ve kısa bir süre önce Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanlığı’nca keyfi bir şekilde geri iade edilen soru önergeleri, HDP İstanbul Milletvekili Ali KENANOĞLU‘nun da aralarında bulunduğu 56 HDP milletvekili tarafından yeniden TBMM Başkanlığı’na sunuldu.
Cumhurbaşkanlığı, Adalet Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı’na verilen soru önergeleri aşağıda yer almaktadır.
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI’NA
Aşağıda belirtilen soruların Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat OKTAY tarafından Anayasanın 98. Ve TBMM İçtüzüğünün 96. Ve 99. maddeleri uyarınca yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.
Bilindiği üzere yasama organının Anayasa ve İçtüzük hükümlerine göre önemli görevlerinden birisi de denge ve denetleme görevidir. Bu görevini icra ederken de yine dayanağını Anayasa ve İçtüzük’ten aldığı soru ve araştırma önergeleri ile bu denetim faaliyetini yürütür. Bu sayededir ki muhalefet; yönetimde bulunan hükümetin icraatını denetleyerek ve muhalefete hesap vermeye hükümeti mecbur ederek, kamusal kararların şeffaflığını, kamu işlerinin yönetimindeki etkinliğini temin etme ve böylece kamu çıkarını savunma ve kötüye kullanımı ile verimsizliği önleme görev ve yetkisine sahiptir.
Yasama organı olarak faaliyet gösteren parlamentonun, Anayasal olarak görevlendirildiği konularda işlem yapabilmesi için ilk ve önemli unsur bilgi edinmedir. Bilgi edinmek, aynı zamanda tüm yurttaşlara da tanınmış bir hak olduğu gibi parlamenter denetim faaliyeti olarak zorunluluk öğesini de içinde barındırır. Nitekim milletvekillerinin yasama faaliyetlerini yerine getirirken sağlıklı bilgilere ihtiyaç duyduğu kaçınılmaz bir olgudur. Kuşkusuz yasama organının yeterli bilgiye sahip olmadığı bir konuda yapacağı yasama faaliyeti de eksiklikler içerir ve bu bağlamda yürütmeyi etkin bir biçimde denetlemesi de mümkün olmaz.
Diğer yandan soru önergesinde yer alacak olan soruların konusu ise sınırsız denebilecek kadar geniştir. Bu bilgi edinmenin kapsamı ve bilgi edinme yöntemlerinin doğası gereğidir. Soru önergelerinin diğer bir boyutu da konusunun doğrudan veya dolaylı biçimde kamusal bir boyuta sahip olması ve hükümetin veya yürütme makamında olan bakanların siyasal sorumluluğu içinde olmasıdır. Bu açılardan değerlendirildiği vakit, soruların konusunu sınırlamak veyahut çeşitli biçimlerle sınırlamak olanaksızdır. Bu bakımdan yürütme organının faaliyet alanını oluşturan her şeyin soruya konu teşkil etmesi mümkündür. Buna dair dünya örneklerine baktığımızda örneğin 1959 tarihli Fransa Millet Meclisi İçtüzüğünde, hükümetin genel siyaseti hakkında sözlü soru sorulabileceği açıkça belirtilmiştir.
Parlamenter çalışma faaliyetleri kapsamında milletvekilleri açısından soru önergelerinde amaç, bu vasıta ile ilgili ve yetkililer üzerinde kamuoyu oluşturmak ve baskı kurabilmektir. Bu çerçevede soru önergesi yöntemi ile ilgili bakanlığı konu üzerinde faaliyete geçirebilmek kadar seçmene mesaj vermek de önemli bir sebeptir. Zira iradesini teslim aldığımız yurttaşların soru ve sorunlarını dile getirmek parlamentonun amacına da hizmet eder nitelikte bir faaliyettir. Bu açıdan sırf sorunun sorulmuş olması dahi yasama faaliyetidir. Bu aynı zamanda yürütme görevi görenleri yerine getirmekte oldukları göreve ilişkin daha aktif, reel ve halk yararına performans sergilemelerine de katkı sunacak bir yöntemdir. Denetim görevinin etki ve önemi bu açıdan da ortaya çıkmakta ve pratik faydaya dönüşmektedir.
Tarafımca TBMM Başkanlığı’na sunulan 20/01/2021 gün ve 10728 sayılı soru önergem İçtüzük 96 ile 97 inci maddelerine aykırı bulunduğu gerekçesiyle iade edilmiştir. Ancak ilgili soru önergesi İçtüzüğün ilgili hükümlerinde yer alan “kişilik ve özel yaşama ilişkin konuları içermeyeceği, kişisel görüşler ileri sürülmeyeceği, değerlendirme ve yorum yapılmayacağı, başka bir kaynaktan kolayca öğrenilmesi mümkün olan konularda soru sorulmayacağı” şeklinde belirlenen kriterlere aykırılık içermemektedir.
Öte yandan muhalefet görevini ve bu bağlamda denetim görevini icra eden parlamenterlerin kullanacağı sözcük ve argümanların da kendi siyasetlerinin, dünya görüşlerinin ve seçmenlerinin taleplerini yansıtması şüphe götürmemektedir.
Hal böyle iken ülkenin en yakıcı sorun alanlarından olan adalete erişim önündeki engeller ile anayasal kuralların uygulanmamasına dair kamuoyunda oluşan kaygıların giderilmesi gereği de bizatihi parlamentonun işlevlerindendir. İadeye konu edilen önergenin gerekçesi, uluslararası sözleşmeler ile Anayasa’da yer alan hükümlere içkin olup sorulan sorunun da istişare amacı gütmediği izahtan varestedir. Objektif kriterlere uygun bir sorunun keyfi gerekçelerle iadeye konu edilmesi adalete olan güven noktasında yeni sorunları da beraberinde getirecektir. Diğer yandan Partimize mensup milletvekillerinin yönelttiği soruların iade konusu yapılmasının ayrımcılık ve eşitlik yasağı bağlamında da değerlendirilmesi elzemdir.
Parlamenter muhalefete hak ettiği statüyü vermek, temsili demokrasinin etkinliği ve siyasal çoğunluğa saygı için son derece mühim bir meseledir. İyi çalışan bir temsili demokraside parlamenter azınlığa dürüst hukuki ve yöntemsel çerçeve oluşturmak ve maddi koşullar sağlamak bir ön şarttır. Bu çerçevede iade edilen önergemi yeniden sunmam siyasi ve vicdani sorumluluğum gereğidir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 4 Kasım 1950’de İnsan Hakları Bildirisinde bulunan hakları topluca güvence altına almak için Avrupa Konseyi üyelerinin üzerinde anlaştıkları metindir.
Avrupa Konseyi’nin bu anlamda ilk adımı 4 Kasım 1950’de Roma’da imzalanan ve 3 Eylül 1953’te yürürlüğe giren ‘İnsan Hakları ve Özgürlüklerinin Korunmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi (AİHS)’dir. AİHS 59 maddeden ve ek protokollerden oluşur. AİHS ekonomik, sosyal ve kültürel haklardan çok sivil ve politik hakların korunmasına öncelik vermiş; demokratik rejimlerin devam ettirilmesi açısından gerekli olan asgari hak ve özgürlükleri güvenceye altına almayı hedeflemiştir.
Türkiye 18 Mayıs 1954’te sözleşmeyi onaylamış, 28 Ocak 1987’de de bireysel başvuru hakkını tanımıştır. Mahkemenin zorunlu yargı yetkisini ise 28 Ocak 1990’da kabul etmiştir. AİHS, Avrupa Konseyi üyesi 47 devlet tarafından onaylanmıştır.
Anayasanın, “Milletlerarası antlaşmaları uygun bulma” başlığı altında düzenlenen 90’ıncı maddesine göre, “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7/5/2004- 5170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.” hükmü amirdir.
Selahattin Demirtaş, hâlihazırda tutuklu bulunduğu yargılamaya ilişkin olarak AİHM’e başvurmuştur. Başvuruya dair Büyük Daire kararında; oybirliğiyle, sözleşmenin 35. maddesi 2. fıkrası b bendine ilişkin hükümet ön itirazlarını, AYM’ye başvuru yapılmadığına dair ön itirazı, iç hukuk yollarının tüketilmediğine dair ön itirazı, tazminat talebi için hukuki başvuru olmadığı itirazını; oy çokluğu ile Demirtaş’ın mağdur statüsünde olmadığı ön itirazını reddetmiştir.
Oybirliği ile başvuruyu kabul ederken, Sözleşme’nin 10. Maddesi, Sözleşmenin 5/1,3 fıkraları, Ek Protokolün 3. Maddesi, 18. Maddenin 5. Madde ile bağlantılı olarak ihlal edildiğine ve Demirtaş’ın serbest bırakılmasına dair önlemlerin alınmasına karar vermiştir.
Büyük Daire kararları ise kesin olup başkaca bir itiraz yolu yoktur. Yine AİHS’in “kararların bağlayıcılığı ve uygulanması” başlıklı 46’ıncı maddesi ise “Yüksek Taraf Devletler, taraf oldukları davalarda Mahkemenin nihai kararlarına uymayı taahhüt ederler. 2. Mahkemenin nihai kararı, kararın uygulanmasını denetleyecek olan Bakanlar Komitesine gönderilir.” hükmü ile bağlayıcılığı ifade etmektedir.
AİHM tarafından Demirtaş başvurusuna dair kararın verilmesinin üzerinden 70 gün geçmiş olmasına mukabil henüz tahliye yönünde bir gelişme yaşanmamıştır.
Bu bağlamda
1- Türkiye Cumhuriyeti, AİHM kararına uymak zorunda değil midir?
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI’NA
Aşağıda belirtilen soruların Adalet Bakanı Abdülhamit GÜL tarafından Anayasanın 98. Ve TBMM İçtüzüğünün 96. Ve 99. maddeleri uyarınca yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.
Bilindiği üzere yasama organının Anayasa ve İçtüzük hükümlerine göre önemli görevlerinden birisi de denge ve denetleme görevidir. Bu görevini icra ederken de yine dayanağını Anayasa ve İçtüzük’ten aldığı soru ve araştırma önergeleri ile bu denetim faaliyetini yürütür. Bu sayededir ki muhalefet; yönetimde bulunan hükümetin icraatını denetleyerek ve muhalefete hesap vermeye hükümeti mecbur ederek, kamusal kararların şeffaflığını, kamu işlerinin yönetimindeki etkinliğini temin etme ve böylece kamu çıkarını savunma ve kötüye kullanımı ile verimsizliği önleme görev ve yetkisine sahiptir.
Yasama organı olarak faaliyet gösteren parlamentonun, Anayasal olarak görevlendirildiği konularda işlem yapabilmesi için ilk ve önemli unsur bilgi edinmedir. Bilgi edinmek, aynı zamanda tüm yurttaşlara da tanınmış bir hak olduğu gibi parlamenter denetim faaliyeti olarak zorunluluk öğesini de içinde barındırır. Nitekim milletvekillerinin yasama faaliyetlerini yerine getirirken sağlıklı bilgilere ihtiyaç duyduğu kaçınılmaz bir olgudur. Kuşkusuz yasama organının yeterli bilgiye sahip olmadığı bir konuda yapacağı yasama faaliyeti de eksiklikler içerir ve bu bağlamda yürütmeyi etkin bir biçimde denetlemesi de mümkün olmaz.
Diğer yandan soru önergesinde yer alacak olan soruların konusu ise sınırsız denebilecek kadar geniştir. Bu bilgi edinmenin kapsamı ve bilgi edinme yöntemlerinin doğası gereğidir. Soru önergelerinin diğer bir boyutu da konusunun doğrudan veya dolaylı biçimde kamusal bir boyuta sahip olması ve hükümetin veya yürütme makamında olan bakanların siyasal sorumluluğu içinde olmasıdır. Bu açılardan değerlendirildiği vakit, soruların konusunu sınırlamak veyahut çeşitli biçimlerle sınırlamak olanaksızdır. Bu bakımdan yürütme organının faaliyet alanını oluşturan her şeyin soruya konu teşkil etmesi mümkündür. Buna dair dünya örneklerine baktığımızda örneğin 1959 tarihli Fransa Millet Meclisi İçtüzüğünde, hükümetin genel siyaseti hakkında sözlü soru sorulabileceği açıkça belirtilmiştir.
Parlamenter çalışma faaliyetleri kapsamında milletvekilleri açısından soru önergelerinde amaç, bu vasıta ile ilgili ve yetkililer üzerinde kamuoyu oluşturmak ve baskı kurabilmektir. Bu çerçevede soru önergesi yöntemi ile ilgili bakanlığı konu üzerinde faaliyete geçirebilmek kadar seçmene mesaj vermek de önemli bir sebeptir. Zira iradesini teslim aldığımız yurttaşların soru ve sorunlarını dile getirmek parlamentonun amacına da hizmet eder nitelikte bir faaliyettir. Bu açıdan sırf sorunun sorulmuş olması dahi yasama faaliyetidir. Bu aynı zamanda yürütme görevi görenleri yerine getirmekte oldukları göreve ilişkin daha aktif, reel ve halk yararına performans sergilemelerine de katkı sunacak bir yöntemdir. Denetim görevinin etki ve önemi bu açıdan da ortaya çıkmakta ve pratik faydaya dönüşmektedir.
Tarafımca TBMM Başkanlığı’na sunulan 20/01/2021 gün ve 10729 sayılı soru önergem İçtüzük 96 ile 97 inci maddelerine aykırı bulunduğu gerekçesiyle iade edilmiştir. Ancak ilgili soru önergesi İçtüzüğün ilgili hükümlerinde yer alan “kişilik ve özel yaşama ilişkin konuları içermeyeceği, kişisel görüşler ileri sürülmeyeceği, değerlendirme ve yorum yapılmayacağı, başka bir kaynaktan kolayca öğrenilmesi mümkün olan konularda soru sorulmayacağı” şeklinde belirlenen kriterlere aykırılık içermemektedir.
Öte yandan muhalefet görevini ve bu bağlamda denetim görevini icra eden parlamenterlerin kullanacağı sözcük ve argümanların da kendi siyasetlerinin, dünya görüşlerinin ve seçmenlerinin taleplerini yansıtması şüphe götürmemektedir.
Hal böyle iken ülkenin en yakıcı sorun alanlarından olan adalete erişim önündeki engeller ile anayasal kuralların uygulanmamasına dair kamuoyunda oluşan kaygıların giderilmesi gereği de bizatihi parlamentonun işlevlerindendir. İadeye konu edilen önergenin gerekçesi, uluslararası sözleşmeler ile Anayasa’da yer alan hükümlere içkin olup sorulan sorunun da istişare amacı gütmediği izahtan varestedir. Objektif kriterlere uygun bir sorunun keyfi gerekçelerle iadeye konu edilmesi adalete olan güven noktasında yeni sorunları da beraberinde getirecektir. Diğer yandan Partimize mensup milletvekillerinin yönelttiği soruların iade konusu yapılmasının ayrımcılık ve eşitlik yasağı bağlamında da değerlendirilmesi elzemdir.
Parlamenter muhalefete hak ettiği statüyü vermek, temsili demokrasinin etkinliği ve siyasal çoğunluğa saygı için son derece mühim bir meseledir. İyi çalışan bir temsili demokraside parlamenter azınlığa dürüst hukuki ve yöntemsel çerçeve oluşturmak ve maddi koşullar sağlamak bir ön şarttır. Bu çerçevede iade edilen önergemi yeniden sunmam siyasi ve vicdani sorumluluğum gereğidir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 4 Kasım 1950’de İnsan Hakları Bildirisinde bulunan hakları topluca güvence altına almak için Avrupa Konseyi üyelerinin üzerinde anlaştıkları metindir.
Avrupa Konseyi’nin bu anlamda ilk adımı 4 Kasım 1950’de Roma’da imzalanan ve 3 Eylül 1953’te yürürlüğe giren ‘İnsan Hakları ve Özgürlüklerinin Korunmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi (AİHS)’dir. AİHS 59 maddeden ve ek protokollerden oluşur. AİHS ekonomik, sosyal ve kültürel haklardan çok sivil ve politik hakların korunmasına öncelik vermiş; demokratik rejimlerin devam ettirilmesi açısından gerekli olan asgari hak ve özgürlükleri güvenceye altına almayı hedeflemiştir.
Türkiye 18 Mayıs 1954’te sözleşmeyi onaylamış, 28 Ocak 1987’de de bireysel başvuru hakkını tanımıştır. Mahkemenin zorunlu yargı yetkisini ise 28 Ocak 1990’da kabul etmiştir. AİHS, Avrupa Konseyi üyesi 47 devlet tarafından onaylanmıştır.
Anayasanın, “Milletlerarası antlaşmaları uygun bulma” başlığı altında düzenlenen 90’ıncı maddesine göre, “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7/5/2004- 5170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.” hükmü amirdir.
Selahattin Demirtaş, hâlihazırda tutuklu bulunduğu yargılamaya ilişkin olarak AİHM’e başvurmuştur. Başvuruya dair Büyük Daire kararında; oybirliğiyle, sözleşmenin 35. maddesi 2. fıkrası b bendine ilişkin hükümet ön itirazlarını, AYM’ye başvuru yapılmadığına dair ön itirazı, iç hukuk yollarının tüketilmediğine dair ön itirazı, tazminat talebi için hukuki başvuru olmadığı itirazını; oy çokluğu ile Demirtaş’ın mağdur statüsünde olmadığı ön itirazını reddetmiştir.
Oybirliği ile başvuruyu kabul ederken, Sözleşme’nin 10. Maddesi, Sözleşmenin 5/1,3 fıkraları, Ek Protokolün 3. Maddesi, 18. Maddenin 5. Madde ile bağlantılı olarak ihlal edildiğine ve Demirtaş’ın serbest bırakılmasına dair önlemlerin alınmasına karar vermiştir.
Büyük Daire kararları ise kesin olup başkaca bir itiraz yolu yoktur. Yine AİHS’in “kararların bağlayıcılığı ve uygulanması” başlıklı 46’ıncı maddesi ise “Yüksek Taraf Devletler, taraf oldukları davalarda Mahkemenin nihai kararlarına uymayı taahhüt ederler. 2. Mahkemenin nihai kararı, kararın uygulanmasını denetleyecek olan Bakanlar Komitesine gönderilir.” hükmü ile bağlayıcılığı ifade etmektedir.
AİHM tarafından Demirtaş başvurusuna dair kararın verilmesinin üzerinden 70 gün geçmiş olmasına mukabil henüz tahliye yönünde bir gelişme yaşanmamıştır.
Bu bağlamda
1- Türkiye Cumhuriyeti, AİHM kararına uymak zorunda değil midir?
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI’NA
Aşağıda belirtilen soruların Dışişleri Bakanı Mevlüt ÇAVUŞOĞLU tarafından Anayasanın 98. Ve TBMM İçtüzüğünün 96. Ve 99. maddeleri uyarınca yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.
Bilindiği üzere yasama organının Anayasa ve İçtüzük hükümlerine göre önemli görevlerinden birisi de denge ve denetleme görevidir. Bu görevini icra ederken de yine dayanağını Anayasa ve İçtüzük’ten aldığı soru ve araştırma önergeleri ile bu denetim faaliyetini yürütür. Bu sayededir ki muhalefet; yönetimde bulunan hükümetin icraatını denetleyerek ve muhalefete hesap vermeye hükümeti mecbur ederek, kamusal kararların şeffaflığını, kamu işlerinin yönetimindeki etkinliğini temin etme ve böylece kamu çıkarını savunma ve kötüye kullanımı ile verimsizliği önleme görev ve yetkisine sahiptir.
Yasama organı olarak faaliyet gösteren parlamentonun, Anayasal olarak görevlendirildiği konularda işlem yapabilmesi için ilk ve önemli unsur bilgi edinmedir. Bilgi edinmek, aynı zamanda tüm yurttaşlara da tanınmış bir hak olduğu gibi parlamenter denetim faaliyeti olarak zorunluluk öğesini de içinde barındırır. Nitekim milletvekillerinin yasama faaliyetlerini yerine getirirken sağlıklı bilgilere ihtiyaç duyduğu kaçınılmaz bir olgudur. Kuşkusuz yasama organının yeterli bilgiye sahip olmadığı bir konuda yapacağı yasama faaliyeti de eksiklikler içerir ve bu bağlamda yürütmeyi etkin bir biçimde denetlemesi de mümkün olmaz.
Diğer yandan soru önergesinde yer alacak olan soruların konusu ise sınırsız denebilecek kadar geniştir. Bu bilgi edinmenin kapsamı ve bilgi edinme yöntemlerinin doğası gereğidir. Soru önergelerinin diğer bir boyutu da konusunun doğrudan veya dolaylı biçimde kamusal bir boyuta sahip olması ve hükümetin veya yürütme makamında olan bakanların siyasal sorumluluğu içinde olmasıdır. Bu açılardan değerlendirildiği vakit, soruların konusunu sınırlamak veyahut çeşitli biçimlerle sınırlamak olanaksızdır. Bu bakımdan yürütme organının faaliyet alanını oluşturan her şeyin soruya konu teşkil etmesi mümkündür. Buna dair dünya örneklerine baktığımızda örneğin 1959 tarihli Fransa Millet Meclisi İçtüzüğünde, hükümetin genel siyaseti hakkında sözlü soru sorulabileceği açıkça belirtilmiştir.
Parlamenter çalışma faaliyetleri kapsamında milletvekilleri açısından soru önergelerinde amaç, bu vasıta ile ilgili ve yetkililer üzerinde kamuoyu oluşturmak ve baskı kurabilmektir. Bu çerçevede soru önergesi yöntemi ile ilgili bakanlığı konu üzerinde faaliyete geçirebilmek kadar seçmene mesaj vermek de önemli bir sebeptir. Zira iradesini teslim aldığımız yurttaşların soru ve sorunlarını dile getirmek parlamentonun amacına da hizmet eder nitelikte bir faaliyettir. Bu açıdan sırf sorunun sorulmuş olması dahi yasama faaliyetidir. Bu aynı zamanda yürütme görevi görenleri yerine getirmekte oldukları göreve ilişkin daha aktif, reel ve halk yararına performans sergilemelerine de katkı sunacak bir yöntemdir. Denetim görevinin etki ve önemi bu açıdan da ortaya çıkmakta ve pratik faydaya dönüşmektedir.
Tarafımca TBMM Başkanlığı’na sunulan 20/01/2021 gün ve 10730 sayılı soru önergem İçtüzük 96 ile 97 inci maddelerine aykırı bulunduğu gerekçesiyle iade edilmiştir. Ancak ilgili soru önergesi İçtüzüğün ilgili hükümlerinde yer alan “kişilik ve özel yaşama ilişkin konuları içermeyeceği, kişisel görüşler ileri sürülmeyeceği, değerlendirme ve yorum yapılmayacağı, başka bir kaynaktan kolayca öğrenilmesi mümkün olan konularda soru sorulmayacağı” şeklinde belirlenen kriterlere aykırılık içermemektedir.
Öte yandan muhalefet görevini ve bu bağlamda denetim görevini icra eden parlamenterlerin kullanacağı sözcük ve argümanların da kendi siyasetlerinin, dünya görüşlerinin ve seçmenlerinin taleplerini yansıtması şüphe götürmemektedir.
Hal böyle iken ülkenin en yakıcı sorun alanlarından olan adalete erişim önündeki engeller ile anayasal kuralların uygulanmamasına dair kamuoyunda oluşan kaygıların giderilmesi gereği de bizatihi parlamentonun işlevlerindendir. İadeye konu edilen önergenin gerekçesi, uluslararası sözleşmeler ile Anayasa’da yer alan hükümlere içkin olup sorulan sorunun da istişare amacı gütmediği izahtan varestedir. Objektif kriterlere uygun bir sorunun keyfi gerekçelerle iadeye konu edilmesi adalete olan güven noktasında yeni sorunları da beraberinde getirecektir. Diğer yandan Partimize mensup milletvekillerinin yönelttiği soruların iade konusu yapılmasının ayrımcılık ve eşitlik yasağı bağlamında da değerlendirilmesi elzemdir.
Parlamenter muhalefete hak ettiği statüyü vermek, temsili demokrasinin etkinliği ve siyasal çoğunluğa saygı için son derece mühim bir meseledir. İyi çalışan bir temsili demokraside parlamenter azınlığa dürüst hukuki ve yöntemsel çerçeve oluşturmak ve maddi koşullar sağlamak bir ön şarttır. Bu çerçevede iade edilen önergemi yeniden sunmam siyasi ve vicdani sorumluluğum gereğidir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 4 Kasım 1950’de İnsan Hakları Bildirisinde bulunan hakları topluca güvence altına almak için Avrupa Konseyi üyelerinin üzerinde anlaştıkları metindir.
Avrupa Konseyi’nin bu anlamda ilk adımı 4 Kasım 1950’de Roma’da imzalanan ve 3 Eylül 1953’te yürürlüğe giren ‘İnsan Hakları ve Özgürlüklerinin Korunmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi (AİHS)’dir. AİHS 59 maddeden ve ek protokollerden oluşur. AİHS ekonomik, sosyal ve kültürel haklardan çok sivil ve politik hakların korunmasına öncelik vermiş; demokratik rejimlerin devam ettirilmesi açısından gerekli olan asgari hak ve özgürlükleri güvenceye altına almayı hedeflemiştir.
Türkiye 18 Mayıs 1954’te sözleşmeyi onaylamış, 28 Ocak 1987’de de bireysel başvuru hakkını tanımıştır. Mahkemenin zorunlu yargı yetkisini ise 28 Ocak 1990’da kabul etmiştir. AİHS, Avrupa Konseyi üyesi 47 devlet tarafından onaylanmıştır.
Anayasanın, “Milletlerarası antlaşmaları uygun bulma” başlığı altında düzenlenen 90’ıncı maddesine göre, “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7/5/2004- 5170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.” hükmü amirdir.
Selahattin Demirtaş, hâlihazırda tutuklu bulunduğu yargılamaya ilişkin olarak AİHM’e başvurmuştur. Başvuruya dair Büyük Daire kararında; oybirliğiyle, sözleşmenin 35. maddesi 2. fıkrası b bendine ilişkin hükümet ön itirazlarını, AYM’ye başvuru yapılmadığına dair ön itirazı, iç hukuk yollarının tüketilmediğine dair ön itirazı, tazminat talebi için hukuki başvuru olmadığı itirazını; oy çokluğu ile Demirtaş’ın mağdur statüsünde olmadığı ön itirazını reddetmiştir.
Oybirliği ile başvuruyu kabul ederken, Sözleşme’nin 10. Maddesi, Sözleşmenin 5/1,3 fıkraları, Ek Protokolün 3. Maddesi, 18. Maddenin 5. Madde ile bağlantılı olarak ihlal edildiğine ve Demirtaş’ın serbest bırakılmasına dair önlemlerin alınmasına karar vermiştir.
Büyük Daire kararları ise kesin olup başkaca bir itiraz yolu yoktur. Yine AİHS’in “kararların bağlayıcılığı ve uygulanması” başlıklı 46’ıncı maddesi ise “Yüksek Taraf Devletler, taraf oldukları davalarda Mahkemenin nihai kararlarına uymayı taahhüt ederler. 2. Mahkemenin nihai kararı, kararın uygulanmasını denetleyecek olan Bakanlar Komitesine gönderilir.” hükmü ile bağlayıcılığı ifade etmektedir.
AİHM tarafından Demirtaş başvurusuna dair kararın verilmesinin üzerinden 70 gün geçmiş olmasına mukabil henüz tahliye yönünde bir gelişme yaşanmamıştır.
Bu bağlamda
1- Türkiye Cumhuriyeti, AİHM kararına uymak zorunda değil midir?
Tek soruluk önerge: “Türkiye Cumhuriyeti, AİHM kararına uymak zorunda değil midir?”