“Şirketlere imtiyaz, doğaya talan, halka fatura!”
‘Enerji Piyasası ve Maden Kanunu’nda değişiklik yapılmasına dair TBMM’ye sunulan kanun teklifinin 20 Ekim 2020 tarihli Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu toplantısında HDP grubu adına İstanbul Milletvekili Ali Kenanoğlu konuştu.
Konuşmaya dair tutanak metni aşağıdadır.
ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Evet, alt komisyondaydık aynı zamanda, çalışmaları orada da yürüttük, itirazlarımızı dile getirdik. Tabii, bunların en başında da, burada yine gündeme getirilen ve konuşmacıların da söylediği gibi çevre örgütlerinin Komisyona davet edilmemesi, yazılı sunulan görüşlerin de Komisyon aşamasında herhangi bir işe yaramaması yani dikkate alınmaması meselesidir. Bunlara ayrıca konuşmamda değineceğim.
Bu kanun, enerji ve maden şirketlerine imtiyaz, doğaya talan, halka fatura demektir. Kanun teklifiyle enerji ve maden şirketlerine verilen imtiyazların halka daha yüklü faturalar getireceği söylenebilir. Yapılmak istenen değişikliklerin büyük bir bölümü enerji ve maden şirketlerine daha fazla imtiyaz ve çeşitli hak ve muafiyetler getirirken, kanun kamunun yetkilerini ve denetim sorumluluğunu da azaltmaktadır. Enerji ve maden şirketlerinin çıkarlarını değil, ekolojik sistemi gözeten, halktan yana enerji ve maden politikalarının uygulanmasını istiyoruz yani kanun böyle bir kanun olmalıdır.
Söz konusu kanun teklifi; KDV Kanunu, Maden Kanunu, Doğal Gaz Piyasası Kanunu, Kamu İhale Kanunu, Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanun, Elektrik Piyasası Kanunu gibi birçok kanunda, toplamda 8 kanunda değişiklik öngörüyor. Kamu alacaklarına ilişkin getirilen bazı düzenlemeler kamu gelirinin azaltılmasına yol açıyor. Yetki ve sorumluluklar büyük oranda uzman bakanlıklardan alınıp Cumhurbaşkanlığına veriliyor.
Kanunda yapılan değişiklikler ve sonuçları üzerine de şunları ifade edebilirim: 3213 sayılı Maden Kanunu’nda yapılmak istenen değişiklikler ile ruhsat süresi dolmuş ve uzatma başvurusunu yapmış ancak henüz ruhsatı yenilenmemiş olan firmalara Bakan onayı ile onay tarihinde itibaren on iki aya kadar ruhsatsız olarak faaliyetlerine devam hakkı veriliyor. Bu düzenlemeyle bir yıldır henüz ruhsatı uzatılmamış olan, Kaz Dağları’nda faaliyet yürüten Kanadalı Alamos Gold firmasına özel izin çıkartılacağı hususu da kamuoyunda çokça tartışıldı, dile getirildi. Bunu da buradan tekrar ediyoruz.
Ruhsat bedellerini ocak ayında, zamanında yatırmamış olan firmaların ödeyecekleri bedeller azaltılıyor. MAPEG tarafından şirketlere yapılacak ödemelerden önce şirketlerin varsa borçları düşürülürken ve “Borcu yoktur.” belgesi aranırken düzenlemeden sonra “Borcu yoktur.” belgesi istenmeyerek, borçlu şirketlerin devlete ödemeleri gereken borçları takip edilmez hâle getirilerek devlet gelir kaybına uğratılıyor, şirketler korunup kollanıyor. Redevans sözleşmeleri kapsamında yapılan devirlerde, önceki tüm haklar aynen yeni devir alana geçiyor. Şirketlerin madencilik faaliyetleri arasında mücavir alanlara taşma durumunda TCK kapsamında işlem yapılmaktayken, yeni değişiklikle ruhsat sahası dışındaki mücavir alanlara taşması hâlinde işlem yapılmaması getiriliyor. Ruhsat sahası ve ÇED izni alanları ve işletme izin alanları farklı kavramlardır. Şirketler ancak işletme izin alanları, ÇED izin alanları içerisinde tanımlanmış madencilik faaliyetlerini yürütebilirler. Ruhsat alanlarının tümünde madencilik faaliyetinde bulunamazlar ama bu yasayla ÇED alanı dışına, kendi faaliyet alanı dışına taşması hâlinde de ona müsamaha gösteriliyor, herhangi bir cezai işlem yaptırılmıyor.
Şimdi, bu maden hususuyla ilgili şunları söyleyeceğim: Yani, burada alt komisyon aşamasında da çevre örgütlerinin komisyona davet edilmesi gerektiğini söylediğimizde, burada çevre örgütlerini ilgilendiren bir kanun olmadığı söylenmişti, biz de buna yönelik itirazlarımızı dile getirmiştik. Şimdi bir kısmını tekrar etmek istiyorum: Yani, bu kanunun çevre örgütlerini ilgilendirmediğini söylüyoruz. Şimdi, şu harita, daha geniş bir şekliyle düzenledik, aldık, yaptık. Bu harita Kaz Dağları yöresindeki madencilik faaliyeti. Şimdi, burada görmüş olduğunuz sadece şu beyaz alanlar, işte biraz sahil kısmında, bir de şöyle kenarlık kısımlardaki beyaz alanlar hariç, burada görmüş olduğunuz gri dâhil bütün renkli alanlar maden sahası ilan edilmiş Kaz Dağları’nda; şimdi, bu yani durum bu. Şimdi “Burası bu çevre örgütlerini ilgilendirmiyor.” deniliyor yani durum bu. Şimdi, bu Maden Yasası her hâliyle çevre örgütlerini ilgilendiriyor, hepimizi ilgilendiriyor sadece çevre örgütlerini değil, bütün insanlığın tamamını ilgilendiriyor, sadece Türkiye’yi de değil ya, bütün coğrafyaları, dünyada yaşayan bütün herkesi ilgilendiriyor çünkü bu alanlar kimsenin şahsi mülkiyetinde değildir, insanlığın ortak değerleridir, bir ekosistemdir ve bütün canlıların ortak alanıdır. Buradaki toplam ruhsat alanı yani 1 milyon 294 bin 335 hektar yani böyle bir şeyden bahsediyoruz. Şimdi, tabii, bunları detaylandırabiliriz, yine ormanlık alanlardaki ruhsat alanlarını böyle görebiliriz bu şekliyle. Bunlar da ormanlık alanlardaki ruhsat alanları göreceğiniz şekliyle. Yine, çalışma alanları, ormanlık alanlarla ilgili benzer bir harita da burada. Demin, aslında ilk gösterdiğim harita bunun tamamını kapsıyor. Örneğin, bu da Muğla’yla ilgili; Muğla’nın yüzde 59’u maden için ruhsatlandırılmış. Yani, sadece Kaz Dağları’nda, Çanakkale’de, Balıkesir’de ya da Muğla’da değil, Türkiye’nin bir çok yöresinde, birçok bölgesinde bütün bu alanların hepsi şu anda bu şekilde ve kurulan maden holding de… Bunu şöyle tanımlayabiliriz: Yıllardır uygulanan yanlış politikalarla Etibank, Türkiye Demir Çelik İşletmeleri, Karadeniz Bakır İşletmeleri, Türkiye Kömür İşletmeleri ve Türkiye Taşkömürü Kurumu gibi uzman ve deneyimli kuruluşlar yok edilip içi boşaltılarak etkisizleştirilirken yeniden maden holding kuruyoruz meselesi inandırıcı bir şey değildir, hayal satmaktır ya da asıl amacı, özelleştirme yöntemiyle aktarılacak kaynak kalmadığından kamu-özel sektör iş birliğiyle yandaşa kaynak aktarmak olarak değerlendirmemiz yanlış olmaz. Maden meselesindeki itirazımızı burada, maddelerde de sürdüreceğiz ve bu konuyla ilgili gereken hassasiyetin gösterilmesini de talep ediyoruz çünkü bu mesele hakikaten bir muhalefet ya da iktidar meselesi değil hepimizin ortak yaşam alanlarıyla ilgili bir meseledir.
Şimdi, yine bu teklifte 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu’nda yapılmak istenen değişikliklerle 4646 sayılı Doğalgaz Piyasası Kanunu’nun ek 1 maddesi kapsamında yapılan devirler KDV’den muaf tutuluyor. Getirilen bu değişiklikle devirlerin KDV’den istisna tutulması vergi kaybına yol açacak. Burada yine şirketlerin düşünüldüğünü, vatandaşın düşünülmediğini ifade etmek gerekir. 4646 sayılı Doğalgaz Piyasası Kanunu’nda yapılmak istenen değişikliklerle “üretici” tanımı genişletilmekte, yerli üreticilere doğrudan dağıtım şebekesine bağlanma ve satış olanağı sunulmaktadır, organize toptan gaz satış piyasası kurulmaya çalışılmaktadır. Bunu destekliyoruz yani bu önemli bir durumdur. Türkiye’de üreticilerin… Hatta Avrupa’da ben şöyle bir şey görmüştüm; Almanya’daydı sanırım gittiğim bir ülkede: İnsanlar evlerinin üzerinde, çatılarda bu sistemleri kurmuşlar hem kendi elektriklerini, evlerinin ihtiyacı olan elektrikleri üretiyorlar ya da fabrikalarında bunu yapıyorlar yani evlere dahi inmiş durumda bu durum, evlerinin üzerinde kendi elektriklerini üretiliyorlar, kullanmadığı zamanlarda da bunu sisteme yani oradaki sisteme satabiliyorlar. Böylelikle aslında her bir ev aynı zamanda elektrik üreticisi oluyor, hem maliyet açısından önemli bir kazanım elde ediliyor hem de ülke ekonomisi açısından da önemli bir kazanım elde ediliyor. Bunun bunun önünü açacağını ümit ediyoruz. Tabii, bu tek başına bu maddeyle yeterli değil, aynı zamanda bununla ilgili yüksek maliyetlerin de yani bu işletmelerin yani evlerin üzerinde bu tür tesislerin kurulabilmesi konusundaki çeşitli maliyetlerin de ve bürokratik engellerin de ortadan kaldırılması gerekir ki bu kolaylıkla yerine getirilebilsin. Üretim şirketleri iletim lisansı almadan doğrudan dağıtım hakkına bağlantı yapabilecekler, ihracatçı şirketlere iletim lisansı alamadan satış yapabilecekler. Belediyeler, Meclis kararıyla imar planı olmayan yerlerde ve yollarda doğal gaz dağıtım hatlarının yapılmasına olanak tanıyacak, hatların değişmesi gerektiğinde bununla ilgili masrafların bazıları belediyeler tarafından yapılacak.
Organize doğal gaz satış piyasasının güçlendirilmesi, doğal gaz tedarikinde sıkıntı yaşanmaması için bir veya birden fazla lisans sahibinin son tedarikçi olarak yetkilendirilmesi amaçlanıyor. Yurt dışında kurulan şirketlerin Türkiye’deki şubelerinin bulunduğu yerlerde söz konusu şirketler tarafından işletme konuları, ticaret unvanları, sermayeleri ve ortaklık payları ayrı kalmak suretiyle özel hukuk hükümlerine tabi olmak üzere Cumhurbaşkanı kararıyla ayrı birer şirket kurabilecekler. Bu şirketlerin ortaklık yapılarının değişmesine, yeni şirket kurma ve ortak olmasına Cumhurbaşkanı izinle karar verecek. Yurt dışındaki şirketlerin mal varlıklarının devri esnasında vergi, harç ve benzeri şeyler ödenmeyecek. Bu şirketler Devlet İhale Kanunu, Kamu İhale Kanunu, Türk Ticaret Kanunu’nun kuruluş, tescil, nakdî sermaye ve kanunun yedek akçeye ilişkin tüm hükümlerinden, personel alınıma ilişkin mevzuat düzenlemelerinden muaf tutulacaklar. Söz konusu şirketlerin bu durumda her türlü denetim mekanizmasından ve yükümlülükten uzak şekilde Türkiye’de faaliyette bulunması sağlanmış olacak.
4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nda yapılmak istenen değişiklikle BOTAŞ’ın her türlü doğal gaz alım ihalelerinin 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nu tabi olması ortadan kaldırılmak istenmektedir. Bu durum ihalelerde denetimsizliği getirecektir. TPAO’ya denizlerdeki faaliyetlerinde Kamu İhale Kanunu’yla tanınmış çeşitli muafiyetlerin BOTAŞ’a ve kurdukları şirketlere ve ortaklarına da karalarda bir sürü faaliyet sağlanması hedeflenmektedir.
5346 Sayılı Yenilenebilir Enerji Kaynaklarından Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanun’da yapılmak istenen değişikliklerle 5346 sayılı Kanun’un “Tanımlar ve Kısıtlamalar” başlıklı 3’üncü maddesinde tanımlanan “biyokütle” tanımı içerisinde yer alan “atık lastiklerin işlenmesi sonucu ortaya çıkan ürünler” ifadesinin madde metninden çıkarılması gerekmektedir. Bu genel tanımın yönetmeliğe girmesi durumunda lastiğin pirolitik işlenmesi sonucu oluşan yağ ve benzeri ürünlerin biyokütle içinde kullanılması sonucunu doğuracaktır. Ayrıca, “belediye atıkları çöp gazi dâhil” ifadesinin “belediye alanlarının atık yönetimi yönetmeliğinin ek 4 listesinin 8 kod.lu işaretli atıklar” şeklinde değiştirilmesi gerekmektedir ki onu da maddede detaylı açıklayabiliriz. Belediye atıkları kavramı çok geneldir.
Ayrıca, “çöp gazı” yerine “bu tip atıkların metanizasyonu sonucu oluşan gaz” ifadesi daha doğru bir teknik tanımlama olacaktır. Alakasız bir şekilde geri dönüşüm adını taşıyan atık lastiklerin işlenmesi, YEK’leme edilmesi başlı başına bir skandaldır, adrese teslim bir maddedir, rant için yapılmaya çalışılan bir maddedir, burada bir şekilde YEK’lemeyle bağlantı kurulup yandaşa para aktarma yöntemidir. “Atık lastiklerin işlenmesi sonucu ortaya çıkan ürünler” ifadesi “yenilenebilirlik” kavramıyla çelişmektedir, bu maddenin işlenmesi hâlinde pek çok çevresel ve sağlıksal sorun ortaya çıkacaktır.
Nehir tipi ve kapasitesi 15 kilometrekarenin altındaki rezervuar tipi HES’ler ve gelgit dalga akıntıyla elektrik üreten tesisler de YEK destekleme mekanizmasından yararlanabilecekler. Güç sınırlaması yapılmamış olduğundan bu durum büyük kurulu güçteki üretim şirketlerine kaynak aktarmanın başka bir yolu olarak kullanılacaktır. Bu da tarifelerde artışa yol açabilecek ve vatandaşımızı mağdur edecektir.
2019 yılında YEK’ten yararlanan her 10 santralden 6’sı HES’ti, her 10 megavat kurulu gücün 6 megavatı ise HES şirketiydi.
Şimdi, Araklı, Ordu, Giresun, Trabzon’da yaşanan sel felaketlerinin nedenini sadece yoğun yağışa bağlamak doğru olmaz arkadaşlar, bu da doğru değildir. Şimdi, şu haritada, işte Doğu Karadeniz Bölgesi’ndeki HES’lerin durumunu görüyoruz. Neredeyse pınar başı kalmamış yani bırakın dereleri, çayları, pınar başlarına kadar HES yapılmaya başlanmış. Şimdi, bunlar hem doğayı tahrip ediyor hem dengeyi bozuyor hem orada tarım yapan, hayvancılık yapan insanları da mağdur ediyor hem de iste Doğu Karadeniz’de çok sıkça rastladığımız sel felaketlerine de ön açıyor.
Şöyle diyor: “HES’lere tanınan bir imtiyazla HES’lerin sayısı artırılıyor.” Enerji Bakanlığı HES’ler için “Yakıt maliyeti yok ve işletmesi ucuz.” diyor. Yani bedavaya yakın bir elektrik ürettiği söyleniyor. Dolayısıyla bu durumda elektriğin piyasada ucuz olması gerekir. Elektriğin 2019’da piyasa fiyatı 26,8 kuruş civarındaydı. Benzer şekilde elinde HES’ler de olup ama aynı zamanda kömür çıkartıp elektrik de üreten EÜAŞ’ın toplam satış fiyatı 21,3 kuruş kilovatsaat idi ama YEKDEM sayesinde HES’ler ne 26,8 kuruş ne de 21,3 kuruştan ucuza elektrik satmadı. Onları 41 kuruş gibi pahalı bir fiyattan sattılar, elektrik böyle satıldı. Yani 21,3 kuruştan ucuz olması gereken bir enerji türü 41 kuruş gibi yüksek fiyattan pahalı gelir elde edilince sadece 2019 yılında bu yolla şirketler 7 milyar lira üzerinde fazla para kazandılar, yani vatandaşa yansıyan bir durum olmadı, buradan sadece şirketler daha fazla para kazanmış oldu.
2019 yılında YEKDEM için ülkenin cebinden 38 milyar lira para çıktı. Peki bu HES’ler, RES’ler ve bu resme eklenmeye başlanan biyokütle santralleri için şirketlere verilen teşvik ne kadar? Bakanlığın açıklamasına göre 2019’da YEKDEM’le verilen teşvikin 25 milyar lira olduğu söyleniyor yani abone başına 625 lira.
Bu yasayla yenilenebilir enerji üretim tesisleri için kira ve benzeri indirimlerin lisans tarihinden itibaren başlaması ve kapsamının 2025 yılına kadar uzatılması da öngörülüyor. 2020’den sonra işletmeye geçecek GES, JES projelerinin de katkı paylarının EİAŞ’a ödenmesi sağlanacak, katkı payı tutarlarının belirlenmesinde hangi mevzuatın esas alınacağı da belli değil.
5686 sayılı Jeotermal Kaynaklar ve Doğal Mineralli Sular Kanunu’nda yapılmak istenen değişikliklerle jeotermal seracılık, kaplıca ve diğer alanlarda idare payı hesaplanırken usulsüzlük tespit durumu için ceza düzenlenmiş. “Ceza tutarı 100 bin ile 500 bin arasındadır, üçüncü kez usulsüzlük tespiti hâlinde ruhsat iptal edilmektedir.” deniliyor. 100 bin liralık alt sınırı olan bir ceza küçük işletmeler için oldukça ağır bir cezadır bunu Alt Komisyonda da konuşmuştuk, bir öneri sunacaklardı, burada o öneriyi bekleyeceğiz. Elektrik üreten bir tesis ile bir köy kaplıcası aynı kefeye konulmamalıdır. İşletmenin cirosu veya kullanılan ısı miktarıyla orantılı bir ceza düzenlenebilir.
Jeotermal alanların ihalelerinde ihale bedelinin bir yıl içerisinde taksitle alınması sağlanarak alanların satışının kolaylaşması amaçlanmaktadır. Bu durum jeotermal alanların ihale sürecini hızlandıracak, jeotermal enerji santrallerinin sayılarının artmasına yol açacaktır. Özellikle Manisa ve Aydın’da, Çanakkale; Gülpınar ve Tuzla’da doğaya ve tarım alanlarına, bölgede yaşayan halka ciddi bir anlamda zarar veren jeotermal enerji santrali de daha da artacak durumdadır.
6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’nda yapılmak istenen değişikliklerle enerji piyasasında tekelleşmeyi önlemek ve takip için lisans sahiplerinin, hissedarlarının lisansa dercedilmesi mevcut uygulamasından vazgeçilmektedir. Tekelleşmeyi izlemenin farklı bir şekilde yürütüleceği belirtilmektedir. Gerekçe bürokrasiden kurtarmak olarak açıklanmaktadır ancak bu durumda haksız rekabeti ve tekelleşmeyi izleme zorlaşacaktır. Bu hâliyle şirketlerdeki sermaye payı değişiklikleri kamu bilgi ve denetiminden kaçırılmış ve şeffaflık ilkesi de ihlal edilmiş olacaktır.
TEİAŞ’ın yetki ve görevleri düzenlenmiş, iletim sisteminin normal işletme koşulları içerisinde işletilmesiyle işletme güvenliği ve bütünlüğü içerisinde risk oluşturan durumlara ilişkin olarak bağlantı ve sistem kullanım anlaşmalarında düzenlenen sistem kullanım ihlallerinin takibinin yapmak, ihlal durumu tespit edilen tüzel kişilere sistem kullanım anlaşmasında düzenlenen cezai şartlar ve diğer yaptırımları uygulamak yetkisi getirilmiştir. Lisans ve ön lisans sahibi şirketlere TEİAŞ’a gerek kalmadan dağıtım şirketlerine doğrudan bağlantı yapabilme hakkı verilmektedir. Dağıtım şirketlerinin 154 kilovat gerilim seviyesinde tesis kurma hakkı kaldırılmıştır.
Dağıtım şirketlerinin Bakanlık tarafından yapılan denetimlerinde görevlendirilen kamu kurum ve kuruluşlarına ait denetim elemanlarının giderilmesiyle, denetime ilişkin her türlü masraflarının Bakanlık bütçesine dâhil edilmesi öngörülmektedir. Dağıtım şirketlerinin denetim giderleri kamuya yüklenmektedir.
Enerji yatırımları için ihtiyaç duyulan taşınmazların temininde üreticiler için EPDK, dağıtım şirketleri için TEDAŞ yetkilendirilmektedir. Madde gerekçesi bürokrasiyi azaltmak olarak gösterilmektedir. Üretim tesislerinde kamulaştırma işlemleri Maliye Bakanlığından alınarak EPDK’ye verilmektedir. Üstelik yapılan düzenlemeyle EPDK’nin kararı kamu yararı yerine geçecek ve başka kurumdan kamu yararı kararı almaya gerek kalmayacaktır. Hiçbir makamın onayına tabii olmayan bu düzenlemeyle Kamulaştırma Kanunu’nun 6’ncı maddesindeki, kamu yararı kararının onaylanmasına dair prosedür atlanmış olacaktır.
TAHSİN TARHAN (Kocaeli) – Yanlış biliniyor.
ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Aynen. Çabuklaştırma, basitleştirme gerekçesiyle kamu yararının tespitine dair denetimin mekanizması ortadan kaldırılmaktadır. Kamuoyu yararına hizmet etmeyen, sermayeyi önceleyen, kamulaştırma işlemlerini hızlı ve denetimden uzak gerçekleştirilmesi amaçlanmaktır.
Bölgelerarası tarife farkını gidermek amacıyla hazırlanan “fiyat eşitleme mekanizması” ve “ulusal tarife” 2025’e kadar uzatılmaktadır. Bakanlık, tarifeleri artıran kayıp ve kaçakların önlenmesi ve tarifelerin aşağıya çekilmesi konusunda gerekli teknik çalışmaları acilen yapmalıdır. Vatandaşın elektrik faturaları ciddi anlamda yüksektir ve ödeme güçlüğü çekilmektedir. Ayrıca, bu kayıp kaçaklarla ilgili diğer arkadaşlarda konuştu, oranların kimi yerlerde çok düşük olmasına rağmen, oraların özellikle hedef gösterilmesi başka sorunlara da neden olmaktadır. Son zamanlarda, özellikle Urfa bölgesinde tarımı engelleyecek birtakım elektrik kesintileri de, haksız bir şekilde yapılan elektrik kesintileri de kamuoyuna çokça yansımış ve Urfa bölgesinde özellikle üreticiyi çok ciddi mağdur eden sonuçlara da yol açmıştır.
Covid nedeniyle yetkilenen, hükümlülüklerini yerine getirmeyen şirketlerin lisans ve ön lisanslarını sonlandırmak istemeleri hâlinde teminatların iade edilmesi sağlanması istenmektedir. Kamusal kaynakları kullanan ve hükümlülüklerini yerine getiremeyen şirketlerin oluşturduğu kamu zararı göz önüne alınmalıdır. Şirket teminatlarının olduğu gibi iade edilmesi kamu zararına yol açabilecektir.
Enerji ve maden şirketlerini çıkarlarını değil, ekolojik sistemi gözeten, halktan yana enerji ve maden politikalarına dönüştürülmesi gerekmektedir ve kanununda bu şekilde oluşması gerekmektedir.
Şimdi, özel bir toplumsal soruna konu olan bir meseleyi de bu kanun görüşülürken dile getirip tamamlamak istiyorum. Bu elektrik meselesi, Enerji Piyasası Kurulu meselesi üzerinde bir “ibadethane” meselesi var. Bu da şu: Çok ciddi bir şekilde şu anda Alevilerin ibadethanesi olan cemevlerinde elektrik meselesinden dolayı çok ciddi sorunlar yaşanmakta ve bu konu mahkemelikte olmaktadır. Bu nereden oluştu onu da söyleyeyim. Burada 2003 yılında yani daha önceden İmar Kanunu’nda “Bir yerin imarı planlanırken cami yeri ayrılır.” denilmekteydi. Daha sonra bu 2003 yılında yapılan değişiklikle cami yerine ibadethane tanımı getirildi. Ancak, bu değişiklikten önce 2002 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla enerji aboneliğinde indirime tabii yerler tarif edilirken, 2002/4100 sayılı Bakanlar Kurulu kararının 2’nci maddesi f fıkrasında ibadethanenin tanımını yaptı. Burada ibadethaneler; cami, mescit, kilise, havra olarak belirlendi. Yani cemevleri bu işin içerisine sokulmadı. Ve dolayısıyla özetle geçeyim, yani çok uzatmadan. Şu anda 14/3/2013 tarihli ve 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’nun geçici 6’ncı maddesinin 3’üncü fıkrasında yer alan “oradaki ibadethaneler” ibaresindeki cami, mescit, kilise, sinagog, havra ve benzeri ibadet yerleri şeklinde değiştirilip buraya cemevinin de eklenmesi gerekiyor. Yani buraya cemevi eklenmediği sürece cemevleri bu kanundan faydalanamıyor ve hem Danıştay’a hem de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kadar gitti bu durum, Alevi kurumları bunu götürdü ve orada hem Danıştay’da hem de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde davalar kazanıldı. Bütün bunlara rağmen, hâlâ bu işletilmiyor, hâlâ kullanılmıyor ve buradan kaynaklı olarak da Alevi toplumu ve cemevleri böyle bir sorunu yaşamaya devam ediyorlar. Bu vesileyle bunu da burada gündeme getirmek istedim.
Teşekkür ederim.