Hubyar Ocağının ikiye ayrılması ve Anşa Bacı Ocağının doğuşu
Hubyar Ocağının ikiye ayrılması ve Anşa Bacı Ocağının doğuşu
Hubyar Ocağında yaşanan Babacı – Dedeci çekişmelerinin nedenleri
Hubyar Ocağı kurucusu Hubyar Sultan’ın 1533-1554 yılları arasında bugünkü Hubyar Köyü sınırları içerisine yerleşip zaviyesini kurmasıyla birlikte fiziki olarak bir Ocak haline dönüştüğünü görebiliyoruz. Gerçi Ocağın 13 yy da kurulduğuna dair güçlü anlatımlar bulunsa da Tekkenin kuruluşunun 16 yy olduğunu net bir şekilde biliyoruz. [1]
Hubyar Ocağı 16. Yy dan 19yy a kadar Hubyar Ocağı taliplerine, Sıraç Türkmenlerine inançsal ve siyasal önderliğini sürdürmüştür. 19. Yy gelindiğinde II. Mahmut döneminin siyasal koşulları Hubyar Ocağını da derinden etkilemiştir.
II. Mahmut döneminde Hubyar Tekkesi yıkıma uğramış,[2] Hubyar Dedelerinin faaliyetleri yasaklanmış, Hubyardan gençler alınıp Medrese eğitimine tabi tutulmuş, Hubyar Köyüne Cami yapılmış ve Sünnileştirme çalışmaları tüm yoğunluğuyla diğer Alevi Ocaklarına olduğu gibi Hubyar Sultan Ocağına da çok sert bir şekilde hissedilmeye başlanmıştır.
Hubyar Köyünde bu dönemde özellikle Cenaze hizmetleri olduğu gibi Sünni inancına göre yapılmaya başlanmış, medrese eğitimi alıp köye gelen gençler köyde Sünni inancına göre hizmetler yürütmeye başlamışlardır. Hubyar Köyüne yönelik asimilasyon demek aslında tüm Ocağa yönelecek bir asimilasyondur. Zira Hubyar Köyü Hubyar Ocağı dedelerinden oluşan bir köydür, Ocak merkezidir.
Hubyar Ocağında bu asimilasyon yaşanırken Ocak dedeleri bir çözüm bulmaya çalışmışlar Ocak için hizmet yürüten Sofular Hubyar Köyündeki abluka karşısında görevi devralmışlardır. Bu dönemde Hubyar Tekkesinden Hatibin Ali Efendinin sofusu olarak Acısu ve bölgede görev yapan Veli Baba öne çıkmış ve Hubyar Taliplerinin hizmetlerini yürütmeye başlamıştır.
Hubyar Dedelerinin iddialarına göre Veli Baba bu görev neticesinde sahip olduğu talibi bırakmamak için ayrı baş çekip eşi Anşa Bacıyla birlikte sorumlu olduğu Ocak Dedelerine rest çekerek kendi bağımsız Ocak yapılanmasını oluşturmaya başlamıştır. Böylelikle Hubyar Ocağı içerinde bir ayrışma yaşanarak Anşa Bacılılar diye adlandırılan bir topluluk oluşmuştur. Bu topluluk daha sonra ise Ocak ismiyle anılmaya başlamıştır.
Durumun ve yaşanan ayrışmanın Hubyar Dedelerinin iddia ettiği kadar basit ve kolay olmadığını tarihi bir takım belge ve bilgileri karşılaştırdığımızda rahatlıkla anlayabiliyoruz. Zira dönem Osmanlının tüm Alevi Ocaklarını kontrol altında tutmaya çalıştığı kontrol altına girmeyenlerin ise dışlandığı, her türlü baskı ve zulme maruz kaldığı bir dönemdir.
1826 sonrasında Hubyar Köylüleri de Merkezi Otoritenin hışmına uğramış Ocak faaliyetleri durduğu gibi bir kısım köylüler köyden göç etmişlerdir. Başka köylere göç etmeyen Dede aileleri ise Tekeli dağının eteklerinde bugün ismine Gavur Çukuru ve Orta Yayla denilen bölgelere saklanarak yaşamlarını sürdürmeye çalışmışlardır.
II. Mahmut’un ölümünden sonra tahta geçen padişahlar kontrol altına alınmak kaydıyla Alevi tekkelerinin – Ocaklarının faaliyetlerine müsaade etmeye başlamışlardır.
Bu dönemde Şehir Merkezinde bulunan Alevi – Bektaşi Tekkeleri Nakşi Şeyhlerine teslim edilerek kontrolde tutulmaya çalışılırken Hubyar Tekkesi gibi dağ başlarında bulunan Tekkeleri ise Osmanlı ile işbirliği içerisinde olacak Alevilere teslim edilmeye başlanmıştır.
Bu dönemde Hubyar Tekkesinin Şeyhliği için de müracaatlar olmaya başlamıştır. İlk müracaat Temel oğlu Hüseyin tarafından Miladi 1851 yılında yapılmıştır. Temel oğlu Hüseyin Tekke Şeyhliğine talip olduğunu Osmanlı Şeyhülislamlık makamına müracaatla bildirmiş ancak yeterince işbirliği içerisinde olmayacağına kanaat getirilmiş olmalı ki talebi reddedilmiştir.[3]
Temel oğlu Hüseyin’in talebinin reddedilmesinden sonra bu mücadeleye Temel oğlu Hüseyin’in kardeşi Temel oğlu Hıdır başlamış ve Temel oğlu Hıdır Osmanlıya bağlılığını ispat ederek 10 Mayıs 1871 yılında Hubyar Tekkesi Şeyhi olarak Şeyhülislamlık makamının onayı ve Padişah Abdülaziz’in Berat’ıyla görevlendirilmiştir.[4] Bugün Temel oğlu Hıdır Şeyh’in torunlarından olan Mustafa Temel ve oğulları bu Berat’ı bir övünç kaynağı olarak Hubyar Tekkesinin iç duvarına çerçeveletip asmışlardır.
Temel oğlu Hıdır Şeyh’in Osmanlı Şeyhülislamlığından aldığı Tekke Şeyhliği beratının bir igörevlendirme belgesi olduğunu söyleyip, Tekkeye bir görevli olarak atandığını yazmış olmamdan kaynaklı olarak Mustafa Temel ve oğlu Av. Aslan Temel tarafından söz konusu belgenin çevirisini bilerek ve isteyerek sahte yaptırtıp anlamını değiştirdiğim iddiasıyla hakkımda şikayette bulunulup dava açılmıştır.
Dava Kadıköy 2. Asliye Ceza mahkemesinde görüldü ve yapılan yargılama neticesinde belgenin çevirisi ile ilgili İstanbul Üniversitesinden uzmanların verdiği bilirkişi raporu doğrultusunda tarafımdan yapılan çevirinin doğru olduğu kabul edilerek 2010 yılında dava reddedildi. Haklı olduğum yargı tayca da onaylanarak dava kesinleşti. Böylelikle bu belgenin Osmanlı Devletinin Hubyar Tekkesi için ilgili koşulları çerçevesinde verilmiş bir görevlendirme belgesi olduğu da kesinleşmiş oldu. [5]
Temel oğlu Hıdır’ın Şeyh lik beratını alması ve göreve başlamasıyla Hubyar Tekkesi Merkezi otoritenin kabul gördüğü bir Alevi Ocak Merkezi olmaya başlamıştır. Ocak içerisinde Merkezi otoritenin dayatmalarına ve uygulamaya konulan asimilasyonu kabul etmeyen taliplerde Anşa Bacı etrafında toplanmaya başlamışlardır.
Veli Baba’nın 1864 yılında Hakka yürümesinden sonra Anşa Bacı Zile Acısu Köyüne Tekkesini kurarak Hubyar Ocağı talibi olan Sıraç Türkmenlerinin birliğini sağlamış ve asimilasyonlara karşı durarak Hubyar Sultan erkanının özünü uygulamaya çalışmıştır.
Anşa Bacının Hubyar Tekkesi ile bağlarını koparması Osmanlı tarafından Merkezi otoriteden ayrılıp, ayrı baş çekmek olarak değerlendirilmiş ve tehlikeli bulunmuştur. Nitekim bu durum 887 yılında yargılanan Anşa Bacının 27 Haziran 1887 tarihli mahkeme tutanaklarında da geçmektedir. Bu mahkeme tutanağındaki ilgili bölüm şöyledir; …. Zâten Tozanlı nâhiyesinde HUBYAR TEKKESİNDEN ALİ EFENDİ’ye tâbi‘ olup da mu’ahharan udûl eden YANİ AYRI BAŞ ÇEKEREK bir daha âdetleri üzre atiyyelerini( HAKKULLAHLARINI) göndermeyen ve etrafdan gönderilmemesine sebebiyet veren Zile’nin Karşıpınar ve Acısu karyelerinden ve Sarrâc kabîlesinden Tablacı Veli zevcesi Ayşe Bacı ile oğlu Hüseyin ve diğeri Ali ve damâdı Üçkaya karyesinden İbrahim’in yanlarına beher sene güz faslında etrafdan ve kabîle-i mezkûreden bir takım eşhâs gelip gitmekde oldukları gibi Sivas cihetine gitmek üzre geçen sene yine otuz kırk atlı kadar merkûmun ve mezbûre nezdine cem‘ olarak her ne mülâhazaya mebnî ise cem‘ olunan eşhâsın nısfı geri kalıp yirmi atlı ile gidip kendülerine müte‘allık karyeleri geşt ü güzâr ederek ihdâs etdikleri tekye ( KENDİLERİNİN KURUDUĞU TEKKEYE ) ve kendileri içün güyâ nezr ve atiyye nâmına bir haylı tedârik eyledikleri. (27 Haziran 1887 tarihli belge).[6]
Anşa Bacının Hubyar Dedelerinin asimilasyona boyun eğdiği iddiasıyla karşı duruşu yeni bir Ocağın oluşmasına vesile olmuştur. Anşa Bacı bu tavrından dolayı Osmanlı Sarayına şikayet edilmiş ve bu şikayetler neticesinde 1887 yılında Tokat Merkez’de yargılanmaya ve burada zorunlu iskana tabi tutulmaya başlanmıştır.
Anşa Bacı’ya yöneltilen suçlar ise; “ Merkezi otoriteye karşı örgütlenme çalışması yapmak, Hubyar Tekkesinden ayrılıp ayrı baş çekip Tekke kurmak, Sıraç Keçeli topluluklarını etrafında toplamak, inançsal olarak ta Kızılbaşlık yapıp İran merkezli inançsal bir sistem yürütmek ve bu yolla İslam dışında bir inanç sistemi oluşturmak” şeklinde özetleyebiliriz.
Anşa Bacı bu yargılama süresinde türlü iftiralara maruz kalmış ve yargılama sonucunda Şam’a sürgün cezasına çarptırılmıştır. Anşa Bacı Damadı ve Çocuklarıyla birlikte cezasını çekmek için yerinden, yurdundan ayrılarak Şam’a gitmek zorunda kalmıştır.
Hubyar Ocağında Temel oğlu Hıdır’a Şeyhlik görevi veren Osmanlı aynı Ocağın erkanını yürüten Anşa Bacıyı ise sürgünle cezalandırmıştır.
Bu durumun kendisi aslında Hubyar Ocağı içerisinde yaşanman Babacı – Dedeci diye de adlandırılan ayrışmanın sıradan bir menfaat, çıkar çekişmesi olmadığını olayın Osmanlı’nın asimilasyon politikasına boyun eğip eğmemekle alakalı olduğunu çok net bir şekilde ortaya koymaktadır.
Bu ayrışma da Anşa Bacı’yı Hubyar Dedelerinden bazılarının da şikayet ettiği yönündeki iddialar hayli etkili olmuştur. Bu iddialarla ilgili bir belge ve bilgi bulunmamakla birlikte Anşa Bacılılar arasında yaygın bir inanıştır.
Anşa Bacının Şam’daki sürgün cezasının affedilip, Acısu’ya görkemli bir şekilde dönmesiyle birlikte Anşa Bacının kurduğu Tekke daha da güçlenmiş ve bir Ocak haline dönüşmüştür.
II. Mahmud’un 1826 ve sonrası Ocak üzerinde uyguladığı asimilasyon politikaları ile birlikte Hubyar Sultan Ocağı Dedeleri belirli konularda kitabi Kuran’ı referans almaya başlamışlardır. Özellikle Cenaze hizmetleri ve sonrasındaki ritueller olduğu gibi Sünni inancına göre yürütülmektedir. Oysa Anşa Bacılılarda halen dahi Cenaze töreni ve sonrasındaki ritueller asimilasyondan korunmuş Hubyar Sultan Erkanına göre yürütülmektedir.
Artık Anşa Bacı soyundan gelen Babalar ve Bacılar, Hubyar Sultan Erkanını yürüten müstakil bir Ocak olarak taliplerine hizmet vermektedirler. Anşa Bacı talipleri de Hubyar Sultan erkanını yürüten Babalara, Bacılara, Dedelere ve Analara aynı nazarla bakıp cümlesine hürmette kusur etmemektedirler.
Bu ayrışma özellikle Dede ve Baba taliplerinin birlikte yaşadığı köylerde çok sıkıntılara yol açmıştır. Tarafların karşılıklı hataları ve kim kimden üstün yarışına girmeleri fiziki kavgalara ve zarar vermelere yol açacak tartışmalara neden olmuştur.
Halen dahi benim bu konuları ele almam ve bir Hubyar Sultan evladı Dede çocuğu olmam nedeniyle Hubyar Ocağı Dedeleri beni eleştirmekte ve Anşa Bacılıları Hubyar Talibi olduğunu, ayrı bir Ocak olamayacağını söylemektedirler.
Anşa Bacı talipleri ile Hubyar Dedelerine bağlı taliplerin birlikte yaşadığı köy ve mahallelerde bu yansımanın dışında birliği beraberliği koruyup eri erden piri pirden ayırmadan hizmetlerde, Cemlerde bir arada bulunan Can’larımızda vardır.
Hubyar Sultan Ocağı Dedeleri – Anaları da Anşa Bacı evladı Babalar ve Bacılar da Hubyar Sultan’ın yolunu Erkanını sürdürmektedirler. Dolayısıyla bu ikiye ayrılma ayrışmanın yaşandığı dönemde yaşanan baskı ve asimilasyonlar nedeniyle oldukça haklı ve doğru bir ayrışma olduğu gözükmektedir. Günümüze geldiğimizde aynı erkanı yürüten iki Ocak mensupları olarak Erkanımızı, yolumuzu birlikte yürütmenin ve yüceltmenin yolunu bulmalıyız. Kimse kimseyi kendisine tabi olamaya zorlamadan zaten rızalık yolu olan yolumuzda yürümeyi kolaylaştırmak ve unutulmaya yüz tutmuş, halen dahi büyük bir asimilasyon kıskacında olan inancımızı nasıl koruyacağımıza kafa yormalıyız.
Bundan sonraki yarışımız talip kapma yarışı değil, yolu sahiplenme ve birlikte güçlenme yarışı olmalıdır. Yezit her zaman ki gibi fırsat kollamaktadır. Mavuya tohumları bizi kendilerine benzetmek için avuçlarını ovuşturarak beklemektedir.
Biz onlara fırsat vermeden Hubyar Sultan’ın yolunu erkanını yürütmeye ve bu konuda mücadelemizi yılmadan sürdürmeye devam etmeliyiz.
Yol cümleden uludur. Önemli olan o yolu kimin yürüttüğü değil, o yolun yürümesidir. Gönül kalsın ama yol kalmasın diye boşuna dememiştir bizim Pirlerimiz.
Aşk olsun asimilasyon ve baskılara boyun eğmeden direnenlere ve yolumuzu yürütenlere.. .
Ali Kenanoğlu
08.12.2016
[1] http://alikenanoglu.net/hubyar-sultan-kimdir/1063
[2] Hamdullah Çelebi savunması, İsmail Özmen- Yunus Koçak, Ankara 2007
[3] Hubyar Sultan Ocağı ve Beydili Sıraç Türkmenleri – A. Kenanoğlu, İ. Onarlı 2002
[4] Hubyar Sultan Ocağı ve Beydili Sıraç Türkmenleri – A. Kenanoğlu, İ. Onarlı 2002
[5] Kadıköy Asliye 2. Ceza Mahkemesi D. 2010/178 E.
[6] Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Y.PRK-ASK Dosya no: 43, Gömlek Sıra No: 104, 1305
1- 1871 tarihli Şeyh Hıdır’a verilen Berat ve çevirisi
2- Şeyh Mustafa’ya verilen Berat ve çevirisi