Kenanoğlu: Enerji üretim tesisleri birer katliam aracına dönüştürüldü! | #ZeytinimeDokunma
Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul Milletvekili Ali KENANOĞLU, zeytinliklerin madencilik faaliyetlerine açılmasını ve limanların özelleştirme sürelerinin ihalesiz olarak 49 yıla kadar uzatılmasını amaçlayan torba yasa teklifinin komisyon görüşmelerinde konuştu. Zeytinliklerin madencilik faaliyetlerine açılmasının amaçlayan kanun teklifi maddesinin geri çekildiğini belirten Kenanoğlu, enerji politikaların ilişkin görüşlerini aktardı.
Konuşma videosu ve tutanak metni aşağıda yer almaktadır.
14.12.2022 tarihli SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİİ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU
Konuşmacı: ALİ KENANOĞLU Seçim Çevresi: İSTANBUL
ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Şimdi Komisyon üyeleri ve sayın hazırun; evet, bu konun şakasını yapmasak iyi olur. Şu an önerge elimize geldi, bu zeytinliklerle ilgili 1’inci maddenin kanun teklifinden çekildiğine yönelik önerge geldi. Umarız bir daha gelmez bu önerge ya da benzer bir önerge. Yani bugün için söylemiyorum bunu, bugün için gelmez.
YASİN ÖZTÜRK (Denizli) – Gerekçeyi oku, gerekçeyi “Daha sonra değerlendirilmek üzere.” diyor.
ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Evet, gerekçeyi okuyalım, doğru söylüyorsun.
YASİN ÖZTÜRK (Denizli) – Bir daha gelecek.
ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Gerekçe: “Önergeyle, kanun teklifinin 1’inci maddesi daha sonra değerlendirilmek üzere teklif metninden çıkarılmaktadır.” diyor, yani gerekçe bu. Yani ben de onun için dedim, bu konuda şaka yapmayalım çünkü bu mesele bakın, şöyle: Anlattıklarınız tamam. Bu şirketler bize de geldi arkadaşlar yani hepsi değil, bir tanesi bize de geldi, konuştuk; taleplerini anlattılar, dertlerini anlattılar, sıkıntılarını anlattılar filan. Şimdi, fakat kamuoyunda şöyle bir güvensizlik var tümü açısından: Şimdi, bu zeytinliklerle ilgili yasayı, ilk defa bu yasayı, zeytinlikler yasasını delmek için gelen ilk teklif değil, bugüne kadar yanılmıyorsam 10 defa…
MÜZEYYEN ŞEVKİN (Adana) – Bu 9’uncu…
ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Bununla 9 mu olmuş? Tamam, bu 9’uncu. Bazı arkadaşlar 10 diyor da. 9 ya da 10…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Muhalefet bu konuda kararsız.
ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Ağabey, ne yapsın muhalefet? Siz böyle kafanıza estiği zaman getiriyorsunuz kanunu dolayısıyla muhalefet açıkçası bu konuda sıkıntı duyuyor, sayısını unutmuş durumda.
Şimdi dolayısıyla bu meselenin bir daha gelmemesi gerekiyor. Ama şu var: Yani zeytinlikler üzerine düzeltme, bütün bu kanunlar… Yani şu değil: Bundan işte yıllar önce çıkartılmış bir kanuna dört dörtlük bir kanun olarak bakmak ve bununla yürümek, bundan bahsedilmiyor zaten, hiç kimse de bunu söylemiyor. Şüphesiz ki kanunlarda değişiklikler, kanunlarda düzenlemeler yapılabilir ama bunlar bir konsensüsle yapılır. Şimdi, kanun nasıl yapılır? Oturmuş demokrasilerde, ileri demokrasilerde bunun örnekleri var. Siz kanun yaparken sonuçta böyle sadece şirketlerle, sadece bürokratlarla bir kanun yapıp, paldır küldür böyle Komisyona getirip arkasından Genel Kurula götürürseniz işte bu tür tartışmalara ve sıkıntılara yol açarsınız. Kanun nasıl yapılır? Ya, bir kere siz bir kanun yapacaksanız -örneğin zeytincilikle ilgili kanunu tümden ele alacaksak- bununla ilgili önce bir taslak çalışması yapılır; bu, kamuoyuna duyurulur; ilgili kurumlar, kuruluşlar, çiftçiler, köylüler, sendikalar, sivil toplum kuruluşları, zeytin üreticileri bu konudaki görüşlerini aktarırlar, eleştirilerini aktarırlar, olması gereken ne var, onu söylerler; bütün bunlarla birlikte taslağa son hâli verilir; arkasından, üzerinde tekrar incelenir. Ya, bu bir yapım sürecidir. Ya, bırakın, kamuoyu altı ay tartışsın bunu ve bunun sonrasında sağlıklı bir kanun teklifi ondan sonra gelsin Komisyona ve arkasından da Genel Kurula gitsin. Genel Kurulda zaten herkes kanun konuşmuyor ki yani konuşamıyoruz ki. Genel Kurulda herkesin siyaseten söylemesi gereken öncelikleri oluyor ve genelde onlar tartışılıyor. Yani esasında kanunların yapıldığı yer komisyonlar ama esas komisyonlardan önce sivil toplum kuruluşlarıyla, demokratik kitle örgütleriyle, konunun muhataplarıyla yürütülecek olan süreçtir. O süreci yürütmeden, sadece komisyona gelip komisyondan da kanun yapmanın sağlıklı bir yöntem olmadığını hepimiz zaten yaşayarak görüyoruz.
Şimdi, bu anlamıyla 1’inci maddenin çekilmesi olumlu ama “Daha sonra değerlendireceğiz.” demesi bütün bu köylüleri bir daha buraya çağırmanız anlamına gelir. Ya, şu an -köylülerin yanlarına gittim ben de- hakikaten ağlıyorlar yani, hakikaten ağlıyorlar. Yani kanun çekildi diye sevinçten ağlıyorlar ve “Bir daha biz buraya gelmek istemiyoruz.” diyorlar. Şimdi, siz, tekrar getirmeye kalkarsanız vallahi bu sefer daha kötü bir tepkiyle karşılaşırsınız, onu ifade etmek isterim.
Şimdi, burada, konuşulurken tamam, burası Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının kanunlarını konuştuğumuz bir Komisyonuz ve Sayın Başkan ifade etti “Google’a girince ilki araba, enerji ve iklim.” dedi. Tabii, bunları şöyle anlamayalım: İnsanlar “enerji” ve “iklim” diye niye yazıyorlar? Hangi gerekçelerle aradıkları ve hangi gerekçelerle bu mevzular üzerine yazı okumak istediklerini de bilmemiz gerekiyor. Şimdi, şöyle bir şey var Türkiye’de, şu bilgi doğru değil arkadaşlar: “Türkiye’nin enerji ihtiyacı var.” Bu bilgi doğru değil, böyle bir ihtiyaç yok. Şu anda Türkiye’nin enerji fazlası var; arzı, kurulu gücü, elektrik tüketiminin, enerji tüketiminin fazlasıyla var. Şimdi, bunun yanı sıra bir de israf var, israftan bahsediyoruz. Yani bu ülkede, örneğin saraylar, kamu binaları, AVM’ler, buralardaki elektrik yani enerji tüketimi hane halkının elektrik tüketiminden çok daha fazla. Şimdi, buralarda tasarruflar sağlanması gerekirken biz habire yeni termik santraller, yeni hidroelektrik santraller derdine düşüyoruz. Bakın, burası Türkiye Büyük Millet Meclisi binası. Bak, şurada elektrik açık olmadan oturamıyoruz. Ya, bunlara çözüm bulalım yani kamu binalarında elektrikler açık olmadan oturulamıyor. Gündüz, bizim -bak, son yapılan binalardan biridir halkla ilişkiler binası- odalarımızın olduğu, milletvekilleri odalarının olduğu odalarda biz elektriği açmadan, ışıkları yakmadan duramıyoruz yani göremiyoruz; tasarım o şekilde yapılmış; kamu binaları yine böyle. Türkiye gereksiz yere AVM çöplüğe dönmüş durumda. Artık onlar ekonomik krizden kaynaklı olarak da dükkânları da kapatmış durumda bir yerde. Yani AVM’lerin tükettiği elektrik, enerji ve bütünüyle bunlara baktığınız zaman hane halkının ihtiyacı olan ve tüketilen enerjiden daha fazla enerji tüketiliyor. Türkiye’de dağıtım şirketleri görevini yerine getirse, trafoların bakımı, tadilatı, tamiratı ve yükümlülükleri, dağıtım telleri, kabloları tamiratı, tadilatı, bakımı yapılsa elde edilecek enerji tasarrufu toplamda yüzde 10’u buluyor, bu yapmış olduğumuz diğer tasarruf önerileriyle beraber. Şimdi, yüzde 10 nedir? Yüzde 10, işte, sizin Akkuyu Nükleer Santralinin tam olarak faaliyet göstermesi hâlinde maksimum düzeyde elde edeceğiniz enerji miktarıdır. Tasarruf yapsanız Akkuyu’ya gerek yok yani bir Akkuyu’ya gerek yok; bunu söylemek istiyorum.
Sayın Elitaş ve Sayın Başkan, bir de şu konuda yanlış bilgi veriyorsunuz, şöyle söyleniyor: “Avrupa termik santrallere ya da hidroelektrik santrallere geri dönüş yapıyor.” Şimdi, Avrupa’nın kimi ülkelerinde bu tartışılıyor; bakın, bu tartışılıyor. “Geri dönme” derken yani kapatma kararı aldıkları birtakım santralleri yani hidroelektrik santrallerini tekrar kullanma kararı yani kapatmama kararı alanlar var, bunu düşünenler var, düşünme aşamasında olanlar var. Siz, Avrupa şu anda sanki yatırımlarını nükleer santrale yöneltmiş gibi anlatıyorsunuz ya da anlattığınız kelimeler, anlattığınız ifadeler bunun, dünyada sanki yeniden hidroelektrik santrallerine yönelik bir yatırım oluyormuş gibi anlaşılıyor.
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Ankara) – Amerika füzyonu açıklıyor.
ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Evet, Amerika füzyonu açıkladı.
Ben başka bir şeyden daha bahsedeceğim: Sayın Başkan biliyor, biz Hamburg’da enerji fuarına gitmiştik -Genel Kurulda da bir konuşmamda ifade ettim – şimdi, orada şunu gördük: Yani öyle, Avrupa nükleer santrale falan yatırım yapmıyor. Avrupa şu anda doğal gazdan, diğer alanlardan, fosil yakıtlardan kurtulmak için bütün yatırımlarını, bütün teşviklerini hidrojenden enerji üretmeye yöneltmiş durumda. Şimdi, bu iyidir, doğrudur yanlıştır, tartışılabilir. Yani hidrojenden enerji üretilmesi, yeşil enerjiye tekabül eder mi, etmez mi? Bunlar ayrı bir tartışma, bunlardan bağımsız söylüyorum: Vermiş olduğunuz bilgi doğru değil. Yani Avrupa şu anda bütün yatırımlarını, bütün desteklerini, bütün teşviklerini hidroelektrik santrallerine, termik santrallere, nükleer santrallere falan çevirmiş değil; bu yanlış bilgi ve bu yanlış bilgiyi yayıyorsunuz yani yanlış bilgi yayıyorsunuz, bu doğru bir bilgi değil. Dediğim gibi, Avrupa şu anda hidrojen üzerinden enerji üretmek üzerine çalışma yürütüyor. Bu bilgiyi düzeltelim.
Şimdi, diğer taraftan “yenilenebilir enerji” kavramını da tartışmaya açmamız gerekiyor. Ben yakın zamanda buna yine örnek vermiştim. Şimdi, faydalı bir işi kurallarına ve kaidesine uygun bir şekilde kullanmazsanız siz buradan temiz enerji, yeşil enerji, yenilenebilir enerji çıkaramazsınız; bu mümkün değildir. Şimdi, Türkiye’de jeotermaller, hidroelektrik santralleri, biz artık bunların yenilenebilir bir enerji olduğunu söyleyemiyoruz, söyleyemiyoruz çünkü bütün bulundukları alanlarda bulundukları coğrafyayı ve tarım alanlarını tahrip ediyorlar. Örneğin, jeotermal enerji santrallerinin öncelikle şehirlerden, yaşam alanlarından uzakta kurulması gerekiyor ve ikinci olarak da -belki de birinci olarak- tarım arazilerinden, tarım alanlarından, meyve, sebze bahçelerinden uzakta olması gerekiyor. Bu kurallara uyulmadığı takdirde siz buna “yenilenebilir enerji” diyemezsiniz, “temiz enerji” diyemezsiniz.
İkincisi: Bu, jeotermal santrallerden çıkan sıvı oradaki 1.500 ila 3.000 metre derinliğindeki kuyulara tekrar basılmıyor çünkü maliyeti çok yüksek olduğu için şirketler bunu 30 metrede, 50 metrede, 100 metrede bırakıyorlar ve bunlar doğaya, çevreye, etrafa çok daha büyük zararlar veren sonuçlar oluşturuyor. Siz, şimdi, jeotermal enerjiye bu koşullarda “yenilenebilir, temiz enerji” diyebilir misiniz? Mümkün değildir, hatta şöyle bir örnek de anlatmıştım, ifade edeyim burada: Otomobil, otobüs ulaşım aracıdır ve faydalıdır ama siz bunu bir kitlenin üzerine sürerseniz o otomobil katliam aracına dönüşür. Yani jeotermal enerji santralleri de Türkiye’de sizin elinizde, sizin iktidarınızda, sizin yöntemlerinizle şirketleri koruyan, doğayı tahrip eden, toplumu düşünmeyen, sadece kâr amacı ve kâr hırsı güden sistemde bu yenilenebilir enerji kaynakları da santralleri de olduğu gibi tahrip eden, zarar veren bir hâle dönüşmüş durumda; hidroelektrik santrallerini artık tartışmıyoruz bile. Artık iklim krizini aştı iklimciler, buna iklim faciası… Yani bir tık öteye gittiler. “Yok oluş, facia” diyorlar. İlk önce iklim sorunu deniliyordu, sonra dediler ki “Artık bu sorun değil, kriz.” “İklim krizi” dediler, şimdi diyorlar ki: “Ne krizi ya, iklim faciası var.” Dolayısıyla iklim faciasının yaşandığı bir yerde siz hâlâ hidroelektrik santrallerinden, akarsu olarak kurmuş olduğunuz santrallerden elektrik üretmeye çalışıyorsunuz, oralar bir beton yığını, 2021 yılında oradaki verim enerjide düştü, onu da biliyoruz çünkü su yoktu. Bütün bunlara baktığınız zaman, enerji politikalarını tümden, yeniden ele almak gerekiyor. Öncelikle, enerjinin özel şirketlerden alınıp kamusal bir hizmet olarak, kamudan yürütülen bir hizmet hâline dönüştürülmesi gerekiyor. Yani bütün elektrik enerji santrallerinin kamulaştırılması gerekiyor ve arkasından da bahsetmiş olduğumuz hakikaten topluma, doğaya, çevreye barışık bir hâlde gerçek anlamda yenilenebilir ve yerinde, esas olan budur. Bakın, daha önceki konuşmalarımızda da söyledik; örneğin her mahallenin, her köyün, her fabrikanın enerji üreten bir mekanizmaya kavuşturulması gerekir. Yani bizim evlerimizde kendi elektriğimizin, kendi enerjimizin kendi üreteceğimiz hâle dönüştürülmesi gerekiyor. Peki, bunu… İşte tam da bunun desteklenmesi gerekiyor. Yani teşvikin bunun üzerine kurulu olması gerekiyor, verilecek teşvik primlerinin ve benzeri şeylerin tamamen bunun üzerinden yapılması gerekiyor ki hakikaten, enerji sorununu hem yenilenebilir şekilde tümden çözmüş olalım.
Şimdi, değerli arkadaşlar…
BAŞKAN ZİYA ALTUNYALDIZ – Ali Bey, toparlıyorsunuz sanki değil mi?
ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Yok, daha yeni başladım Başkan ya.
BAŞKAN ZİYA ALTUNYALDIZ – Haydi, bekliyoruz.
ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Tamam.
Şimdi, bunları ifade etmiştim.
BAŞKAN ZİYA ALTUNYALDIZ – Ben tekrardan kaçınasın diye söyledim.
ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Yok, yok, ben de zaten tekrar etmemek için konuştuğum konulara bakıyorum onları tekrar konuşmamak için.
Değerli arkadaşlar, 1’inci maddeyi çektiniz, tamam ama bunun haricinde diğer maddeleri de gündeme getirmemiz gerekiyor, konuşmamız gerekiyor. Bunlardan bir diğeri de 2’nci madde. Şimdi, 2’nci madde biliyorsunuz, limanlarla ilgili ve bu limanlarla ilgili bu meseleyi biz bu Komisyonda tartıştık, konuştuk, yasalaştı ve arkasından da Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. Burada ısrarla bir şey daha var, dikkatimi çekti bu teklifte; daha önceki teklifte “dört ay” demiştiniz; şimdi, “on beş gün” diyor, yanılıyor muyum? Öyle bir şey gördüm. “Yasalaştıktan sonra on beş gün içerisinde başvururlarsa…” diyor.
BAŞKAN ZİYA ALTUNYALDIZ – Fahri Bey hızlı çalışıyor bu sefer. O yüzden…
ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Yani bu on beş günlük sürenin amacı nedir? Hayırdır yani, bizim bilmediğimiz birçok şey var bunun içinde ama bu nedir? Bunu sormak isterim bu arada.
Şimdi, bu limanlarla ilgili konu -daha önce dediğim gibi- Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiş bir konudur. Birçok itiraz gerekçesi usul üzerindeki yapılan tartışmalarda da dile getirildi. Değerli arkadaşlar, sonuçta bu limanların kırk dokuz yıllığına kiraya çıkarılması, tahmin ediyoruz ki vermiş olduğunuz birtakım sözlere istinaden “Nasıl olsa bunlar gidiyorlar.” Herhâlde o şirketler size şunu söylüyor: “Ya, siz gidiyorsunuz, biz ne yapacağız? Bari şunları kırk dokuzun yıllığına kadar çıkarın da biz de bu vermiş olduğumuz taahhütler, sözler ya da sizinle yapmış olduğumuz birtakım görüşmelerin taahhütlerini yerine getirelim.”
BAŞKAN ZİYA ALTUNYALDIZ – Ali Bey, öyle demeyin. Sizin sanki Türkiye’nin varlıklarına sahip çıkmayacağınız anlamına gelir bu.
ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Yok, bu, varlığa sahip çıkmak değil ki, bu, varlığı peşkeş çekmek anlamına geliyor. Yani bu ülkenin limanları kırk dokuz yıllığına aynı firmalara uzatma hakkını tanımak kamu yararına, toplum yararına bir menfaat içeren bir şey değil. Sözleşme süreleri bitince ihaleleri zaten yapılıyor bu konuyla ilgili zaten ilgili yönetmelikler, yasalar, kanunlar falan var. Diğer mevzu, bu konuyla ilgili kesinlikle bu 2’nci maddenin de geri çekilmesi gerekiyor. Yani bu işin nasıl olsa “Şansımızı bir kez daha deneyelim. Siz bunu bir daha Anayasa Mahkemesine götürün itirazınız varsa. Belki oradan geçer.” taktiği gütmek yerine bunun Anayasa’ya aykırı olduğunu kabul ederek bu maddenin, 2’nci maddenin de çekilmesi gerekiyor. Bunu da ifade etmek isterim.
Şimdi, 4’üncü maddede petrol aramada gece çalışması var.
BAŞKAN ZİYA ALTUNYALDIZ – Geneli üzerinde konuşuyorsun değil mi maddeler üzerinde değil?
ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Evet, evet. Her maddeye değinmiyorum dikkat edersen.
BAŞKAN ZİYA ALTUNYALDIZ – Tamam.
ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Şimdi, bu gece çalışması mevzusu Türkiye’de birçok alanda olduğu gibi bu alanda da suistimal edilen bir alan.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Özel durumlar ama.
ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Evet, evet, yani özel durumlar sayılmış zaten, bunlarla ilgili sağlık sektörü gibi, güvenlik sektörü gibi turizm, güvenlik ve sağlık hizmetleri için bu öngörülmüş.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Yani orada konaklama mecburiyeti olanlar…
ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Anladım. Öngörülmüş fakat bizim örneğin, bu petrol arama sahalarında endişelerimiz var. Şöyle endişelerimiz var: Yani bu konuda yükümlülükler yerine getirilmiyor, denetimler yapılmıyor, bu insanlar haddinden fazla saatinden fazla çalıştırılıyorlar ve bunun da önü açılacak noktasında endişelerimiz var.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Orada konaklayan insanlarla ilgili.
ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Evet.
Şimdi, ya, bu bütün bunların hepsi arkasının dolabilecek yasalar, onu biliyorsunuz yani.
Şimdi, değerli arkadaşlar, bu OHAL komisyonunun kurulması mevzusuyla sonuçta, tümüyle kurumlara devrediliyor yani o komisyon artık kurumlara devrediliyor. Zaten insanlar OHAL yüzünden çok ciddi bir şekilde mağdur edildi, burada esas olması gereken mahkeme kararıdır. Hani mahkemelerin bütün tarafsız ve bağımsızlığını yitirmiş olmasına rağmen, olmasına rağmen iktidar yanlısı kararlar veriyor olmasına rağmen, bu işin sistematik açıdan bir hukuk devleti olabilmesi açısından bu işlerin mahkeme kararına bırakılması gerekiyor. Yani mahkeme kararı bir kişi için “Suçsuzdur. Bunun içeri atılması haksızdır. Bu kişinin herhangi bir suçu, kabahati yoktur.” dediği anda, buna karar verildiği anda bunu artık ne engelleyebilir? Yani bir yurttaşın başka hangi korunma hakkı olabilir? Yani en güvenebileceği yer mahkemelerdir. Siz burada mahkemeleri devre dışı bırakarak tutuyorsunuz, bunu önce komisyonla çözmeye çalıştınız, şimdi komisyon süresini uzatmamak adına bir kez daha, kurumlara devrediyorsunuz, kurumlar aynı görevi yürütecekler. Burada esas olan, bütün tarafsız ve bağımsızlığını yitirmiş olmasına rağmen mahkemelerin vereceği kararların esas alınması gerekiyor.
FAHRİ ÇAKIR (Düzce) – Ali Bey, dosya 89’a inmiş.
BAŞKAN ZİYA ALTUNYALDIZ – Ali Bey, dosya sıfırlanacak, sıfırlanıyor.
ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Olabilir. Dosyanın sayısının kaç olduğundan bağımsız olarak genel bir karar olarak söylüyorum bunu, bu Komisyonun kendisinin de yanlış olduğunu ifade ederek söylemek istiyorum.
Şimdi, diğer bir konu, bu sendikalarla ilgili kamu, memur sendikalarında -yanlış söylemiyorsam- barajın yüzde 1’den yüzde 2’ye çıkarılması. Şimdi, bununla ilgili arkadaşlar, şu var: Biz memur arkadaşlarla da dün bilgilendirme toplantısında konuştuk. Şöyle söyleniyor ya: “Üç beş kişi bir araya geliyor, bir sendika kuruyor, biz bunun ne yerine değiştirebiliyoruz ne işten çıkarabiliyoruz ne bir şey yapabiliyoruz.” falan diye. Şimdi, bu müesseseler şuna benziyor: Şimdi, sendikalar Türkiye’de özerk kurumlar değil ki, Türkiye’de özerk bir kurum yok bir kere. Bütün dernekler, vakıflar, sendikalar tümüyle devletin denetimine tabidir; İçişleri Bakanlığına bağlıdır, Vakıflar Genel Müdürlüğüne bağlıdır, Çalışma ve Sosyal Güvenlik bakanlığına bağlı, bir sürü yani, herkesin bağlı olduğu bir kurum var, idari açıdan, mali açıdan denetlendiği bir devlet mekanizması var. Şöyle bir şey yapıyorsunuz: Şimdi, kurumlar görevini yapmayınca -dün de örnek verdim- örneğin, 6 yaşındaki bir kız çocuğunu evlendirdiğin zaman şimdi, suç kimin oluyor burada? Yani suçu bu olayı çıkaran gazeteciye mi atacağız ya da arkadaşların eleştirdiği gibi tümüyle İslami tarikatlara, cemaatlere mi atacağız?
BAŞKAN ZİYA ALTUNYALDIZ – Ali Bey, konu dışına çıktınız sanki.
ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Bir dakika, örnek veriyorum bir şeyden.
Efendime söyleyeyim, “Bu konuyu abartmayın, büyütmeyin.” diyenlere mi atacağız, ne yapacağız bu konuda? Bu konudaki esas suçlu ya da bir kısmı şöyle diyor: “Kapatın bu vakıfları.” Ya, kapatmak çözüm müdür yani? Mesele kapatmak mıdır, mesele yasaklamak mıdır? Burada yapılan şudur: Bu kız çocuğu 6 yaşında okula gitmesi gerekirken niye okula gitmedi bu, niye denetlenmiyor bu? Bu vakıflar neden Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından denetlenmiyor? Neden Kültür Bakanlığına bağlı müfettişler bunları denetlemiyor? Ben vakıf kurucusuyum ve yöneticilik yaptım, vakıfların nasıl işlediğini de biliyorum. Her türlü vakıf denetlenebilir, her türlü de denetlenebilir. Dernekler de denetlenebiliyor, aldıkları kararlar dahi denetlenebiliyor, yaptıkları harcamalar da denetlenebiliyor, yaptıkları işler de denetlenebiliyor. Şimdi, burada, Millî Eğitim Bakanlığı görevini yapmasın, İçişleri Bakanlığı görevini yapmasın, Kültür Bakanlığı görevini yapmasın, Vakıflar Genel Müdürlüğü görevini yapmasın, ondan sonra “Şurayı kapatın, burayı yasaklayın.” üzerinden çözüm bulmaya çalışıyoruz. Bu örnek onunla ilgili bir örnek. Yani siz sendikalardaki birtakım suistimal meselelerini önlemek yerine bunu tümden yandaşların işine gelecek şekilde de yani kendi yandaş sendikalarınızın işine gelecek şekilde de lehinize çevirecek bir karara dönüştürüyorsunuz ve barajı yüzde 1’den yüzde 2’ye çıkartıyorsunuz. Zaten mahkeme kararıyla bu yüzde 1 kararı reddedilmiş ama yetmiyor, siz bunu şimdi yüzde 2’ye çıkartıyorsunuz. Bu, kesinlikle kabul edilebilir bir durum değildir, yasal da değildir, eşitlik açısından da doğru değildir.
Şimdi, yine, aynı şekilde, farklı ikramiye uygulama usulü ve esasları var, onlara yönelik de aynı eleştirilerimizi ifade ediyoruz.
Ben şimdilik bunları söyleyerek teşekkür ediyorum.