Çanakkale ruhuna ne oldu?
Geçtiğimiz hafta Çanakkale zaferinin(!) yıl dönümü kutlandı. Çanakkale Savaşı’nın bir zafer olup olmadığı ile ilgili daha öncelerde yazdığım yazılar mevcuttur. Özetle söylersek Çanakkale Savaşı 1. Dünya Savaşı içerisindeki onlarca cephe savaşlarından sadece bir tanesidir. Yani Çanakkale Savaşı, 1914’te başlayıp İngilizlerin Çanakkale Boğazı’nı geçip İstanbul’u işgaliyle 1918’de son bulan 1. Dünya Savaşı içerisinde yürütülen bir cephe savaşıdır.
Halbuki biz bu zaferi ilkokulda “Çanakkale geçilmez” diye kutlardık. Meğer Çanakkale geçilmiş, İstanbul işgal edilmiş ve 1. Dünya Savaşı, 1918 yılında Çanakkale boğazlarının geçilmesiyle son bulmuş, ama bizim tarihçilerin bundan haberi yokmuş(!)
Gerçi biz ilkokuldan sonra durumun böyle olmadığını öğrendiysek de hâlâ ilkokul çağında kalanlar “Çanakkale geçilmez” diyerek nara atmaya devam ediyorlar ve zaferlerini kutluyorlar. Eee! böyle buyuruyor tarihi yorumlayan siyasetçilerimiz. Onlara göre kahramanlık destanlarına, zafer naralarına ihtiyacımız var. Ya Anadolu’da Kızılbaş Alevi toplumunu çoluk çocuk demeden katleden Yavuz Selim’in istilacı, yağmacılığıyla övünürüz ya da yüzlerce insanımızı kaybettiğimiz ve sonuç alamadığımız zaferlerle.
Kimileri ise sanki Çanakkale Savaşı’nı Türkiye Cumhuriyeti yapmış gibi “Emperyalistlere karşı yürütülen bir savaş” olarak niteleyip övünmektedirler. Sanki Osmanlı İmparatorluğu emperyalist değildi. Oysa savaşta yer alan tüm taraflar bu savaşı emperyalist emelleri için yürütmüşlerdir.
Tüm bunların dışında Çanakkale Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğunun askerleri; Arap, Kürt, Rum, Ermeni, Çerkes, Yahudi, Sünni, Alevi etnik ve inançsal kimliğine mensup askerlerden oluşuyordu. Bu nedenle sık sık siyasetçilerimizden, özellikle de ülkemizi yönetenlerden “Çanakkale ruhu” na atıflar duyarız. Nedir bu Çanakkale ruhu; “etnik ve inançsal farklılıkları olmasına rağmen kendi yaşadıkları toprakları koruma amacı uğruna birlikte mücadele etmek” olarak tanımlanmaktadır.
Çanakkale Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu’nun farklı tebaasından insanlar olmasına rağmen kimileri bu savaşta sadece “Sünni Türkler” savaşmış gibi bir tarih yazarken kimileri ise sanki tüm farklı kesimlerin “Sünni Türkler” in varlığına kendi varlıklarını armağan etmiş gibi davranmaktadırlar.
Çanakkale ruhu denilen şey, farklı etnik ve inançsal kesimlerin ortak bir mücadele ile yaşadıkları toprakları korumasıdır, bunun için savaşmasıdır. Ancak kimse kendi inancı, dili, kültürü yok sayılsın, yasaklansın diyerek bu savaşı yürütmemiştir. Bu savaşı yürütenler ve sonrasında yapılan “Kurtuluş Savaşı”nı yürüten etnik ve inançsal farklı kimliklere mensup halklar, kendi inançlarını, dillerini, kültürlerini özgürce yaşamak için savaşmışlardır.
Türkiye Cumhuriyeti Çanakkale ruhu ile savaşılarak kurulmuştur. Ancak kuruluş sürecinin hemen sonrasında bizzat bu ülkeyi kuran öncü kadrolar bu ruhu parçalayarak sanki bu topraklar tek milletten, tek dili konuşan insanlardan, tek bir inancın mensuplarından oluşuyormuş gibi davranmış ve yasaları buna göre oluşturmuşlardır.
“Türk ve Sünni” makbul vatandaş kimliği olarak kabul edilmiş, Türk ve Sünni olmayanlara yönelik asimilasyon politikaları hayata geçirilmiş, itiraz edenler “isyancı, bölücü, terörist” ilan edilip imha savaşları, katliamlar başlatılmış.
Türk ve Sünni olmayan halka yönelik yürütülen inkar, asimilasyon ve imha politikalarının doğal sonucu olarak isyanlar baş göstermiş, zaman zaman da isyana gerek kalmadan katliamlar bu halklara reva görülmüştür.
O gün Çanakkale ruhunun içine edenlerin “tekçi” takipçileri bugün hâlâ o ruhtan medet ummaktadırlar.
Çözüm; tekçilik değil, Çanakkale’de olduğu gibi çoğulculuktur; çok dil, çok din, çok inanç, çok kültür, çok renk, çok cinsiyet, çok millet ve bu çokluğun ortak vatanında tekliği değil, çoklukta birliği yani bütünlüğü sağlayacak olan demokratik cumhuriyettir.
Aşk ile…