Barışın Gezi’ye etkisi
Barışın Gezi’ye etkisi
AK Parti Hükümeti nezdinde Devletle PKK arasında yürütülen görüşmelerin müzakereye dönüşmesi, akabinde oluşacak yeni bir demokratik anayasa ile gelecek Barış’ın ülkemizin normalleşmesi için olmazsa olmaz bir gerçek olduğunu yazmıştık. Ülkemizde savaşın durması ve siyasetin de normalleşmesiyle tüm ötekileştirilenlerin ve hakları gasbedilenlerin haklarını daha gür bir sesle haykırabileceğini dahası bunların duyulmasının da daha kolay olacağını da söyleyerek süreci desteklediğimizi de yazmıştık. Bize ve bizim gibilere oyuna geldiğimizi söyleyenden ihanetçiliğe varana kadar bir çok eleştiri getirildi. Misyonumuz gereği ve bulunduğumuz görev gereği bazı Alevi canlar da bizi eleştirip süreci savunmanın Alevilere bir faydası olmayacağını söylediler.
Biz ısrarla tavrımızı sürdürdük ve özellikle Alevi kesimine; bir taraftan canlar toprağa düşerken kimsenin cemevi diye haykırmasının duyulur bir tarafı olmayacağını, aş, iş özgürlük gibi hakların da bir yaşam, bir can kadar değer taşımayacağını ifade etmiştik. Ülkedeki savaşın sona ermesiyle birlikte bu tür taleplerin daha duyulur bir hale geleceğini de önemle vurgulamıştık
Süreç başladı çatışma durdu, ağıtlar acılar, göz yaşları durdu. Normalleşmenin belirtileri de ortaya çıkmaya başladı. Artık insan canı toprağa düşmesin diye mücadele verenler ağaçların, kuşların, börtünün böceğin hayatlarını savunmayı öncelik hale getirebildiler.
Gezi Parkı’na yaşananlara müzakere süreci sonrasında oluşan çatışmasızlık sürecinin çok önemli bir etkisi vardır. Hatta bu müzakere süreci olmayıp çatışmasızlık sağlanmasaydı Gezi Parkı direnişi olmazdı, olsa da bu kadar uzun sürmezdi, bu sonuca varmazdı diyebiliriz. Düşünsenize BDP’li, Kemalist ve ülkücünün aynı kare içerisinde var olabilme ihtimalini, bu mümkün olur muydu? LGBT’sinden sosyalistine, feministinden farklı taraftar gruplarına varana kadar, hatta hiçbir siyasi partiye mensup olmayanına varana kadar ki çok farklı kitleyi bir arada tek gündemle yan yana gelebilir miydi? Başbakanı rahatsız eden o tablo meydana gelebilir miydi? Hemen işin içine bir fitne fücur sokulup orası bir birine kırdırılmaz mıydı? Hep yapıldığı gibi. Ya da 25. güne yaklaşan Gezi direnişi 10-15 gencimizin toprağa düşmesiyle bu kadar direngen kalabilir miydi? Ülkenin tek gündemi olabilir miydi? Bunlar mümkün olmazdı, olmadığını da 30 yıldır biliyoruz.
Şimdi yapılması gereken bu sürecin devamını sağlamaktır. Yani demokratikleşmeyi sağlayıp barışı kalıcı kılmaktır. Şimdi buna tüm gücümüzle destek verme nedenimizi daha iyi anladığımızı pratik olarak da yaşayıp gördük. PKK gereğini yaptı, sözünde durdu ve T.C. sınırları dışına çıktı. Şimdi T.C. Devletinin demokratikleşme adımlarını atması gerekiyor. Ben oynamıyorum diyemezsiniz, koca bir halk artık sizin kandırmalarınıza, aldatmalarınıza pabuç bırakacak değil. Eğer T.C. devleti sözünü yerine getirmezse esas Gezi Parkı, Kürt bölgelerinde yaşanır. Kürtler batı kanadı gibi de değil, 30 yıldır her türlü işkenceye, hakarete, gerçek ve plastikte dahil olmak üzere her türlü mermiye, gazın envai çeşidini de tadıp alıştılar, boyun eğmediler.
İstanbul, Gezi’den ne çıkartacak diye bakarsanız yapacak tek bir şey var, Gezi Platformu/Dayanışması bileşenlerinin bir ortak aday belirleyip aynı dirençle İstanbul Belediye Başkanlığına hazırlanmaları olacaktır. CHP de kimi aday göstereceğim diye uğraşmasın nasıl olsa alacağı oy bellidir. Kılıçdaroğlu’nun aldığı oydan daha fazla oy alabilecek bir adayları olamayacağına göre Gezi Dayanışmasına kulak vermeli ve ortak ses olmalılar. İstanbul’u kaybeden Erdoğan yerinde duramaz. Gerçek budur, hayal kurmayalım ve gereğini yapalım.
Evrensel Gazetesi / 20 Haziran 2013