Ali Kenanoğlu İstanbul Aydın Üniversitesi Alevilik çalıştayı konuşması
İstanbul Aydın Üniversitesi Alevilik çalıştayı Ali Kenanoğlu konuşması:
Teşekkürler. Geçmişten günümüz gelen sorunlara bakış açısıyla şunları söyleyebiliriz: Bir kere, Osmanlıdan cumhuriyete kadar ve hatta bugün de devlet endeksli, sorun çözücü olarak devletin kurumsal yapılanması içerisinde soruna çözüm arandığı için sorunun kendisi ortaya çıkıyor.
Şöyle açayım -konuşmalarda da hep bu vardı- biz şunu bekliyoruz: Alevilik sorununu ya da Alevilerin sorununu devlet yapılanması içerisinde çözmenin yolunu, yöntemini arıyoruz. Öyle olunca ne oluyor? O zaman Sayın Ali Bulaç’ın söylediği gibi öncelikle Aleviliği tanımlamak gerekiyor. Çünkü Aleviliği tanımlayamadığınız zaman, devletin Aleviliğe nasıl bir çözüm önereceğini bulamazsınız. Aleviliği tanımlamaya kalktığınız zaman da burada devletin işine gelen Aleviliği; yani devletin mevcut din anlayışı üzerinden, yönetenlerin algıladığı ve anladığı bir Alevilik tanımını zorlayanlar var; bunun karşısında da gelenekten gelip Aleviliği tanımlayanlar ve yaşayanlar var.
Orada da devlet bakış açısıyla Aleviliği tanımlarken Sünnilik üzerinden tanımlamaktan bahsediliyor, bunun hakkındaki şikâyet de vurgulandı. Şimdi, bir taraftan da Aleviler buna mecbur bırakılıyor. Konuştuğunuz, yazdığınız zaman ya da toplantılarda kendinizi ifade ettiğiniz zaman, her yerde bütün inanç tanımlaması, Alevilik tanımlaması, din tanımlaması hakim inanç üzerinden, baskın inanç üzerinden yapılıyor. “Siz niye namaz kılmıyorsunuz?”,“Niye Ramazan orucu tutmuyorsunuz?”,“Siz niye İslam’ın beş şartından şunları yerine getirmiyorsunuz?” gibi sorularıdaha çocukluğunuzdan itibaren duyuyorsunuz.
Necdet Hoca’m, bilgisayarından gösterdi. Bu toplantısının duyurusunu Twitter’dan atınca vatandaş “İslam’ın beş şartını tanımayan insanlarla ne toplantısı yapıyorsunuz?” diye yazıyor. Aleviliği, Sünnilik üzerinden tanımlamak zorunda kalıyorsunuz. Çünkü sizi Sünnilik üzerinden sıkıştırıyorlar. Bize şunu demiyorlar ki “Sizin inançsal yapılanmanız nedir? İnancınız nedir? Bize bunu anlatın, biz kabul edelim.” Böyle bir şeyle karşı karşıya değilsiniz. Alevilikte Sünnilik üzerinden bir sorgulamaya tabi tutuluyorsunuz. Daha Aleviliğinizin öğrenildiği ilk andan itibaren, çocukluktan itibaren, benim yaşadığım buydu. Ali Bulaç Hoca’m şimdi geldi. Ona da cevap için şu cümleyi tekrar edeyim. Aleviliği Sünnilik üzerinden tanımlama zorunluluğu, Sünnilerin Alevilere dayattığı bir şeydir.
Çocukluğumuzdan bugüne kadar biz Alevi olduğumuzu söylediğimiz andan itibaren, gerçek inanç, doğru inanç, sanki bütün dünya Sünnilik üzerine kurulu gibi, bunun üzerinden Aleviliğe sorular soruluyor. “Niye namaz yok? Niye Ramazan orucu yok? Niye o yok, niye bu yok?” gibi. O nedenle biz de kendimizi, mecburiyet karşısında, bir soru yağmuru karşısında, genel olarak Sünnilik üzerinden, “Bizde şu yok da bu var, bunun için bu var.” şeklinde, bir savunma zorunluluğuna giriliyor. Yani egemen inanç, bize bunu dayatıyor ve genellikle bakış açısı egemen inanç üzerinden yürütülüyor.
Biz 2013 yılında demokratikleşmeyi hedefleyen bir Türkiye için birlikte, bir arada yaşayacağımız, bütün inançsal ve etnik farklılıklara rağmen birlikteliğimizi kuracağımız bir toplum önermesini yine devletin üzerinden yürüteceksek, din anlayışını devlet üzerinden çözümleyerek gideceksek, bu birlikteliği, beraberliği mümkün değil sağlayamayız. O halde, yapılması gereken, devleti bu işin içinden çıkartmaktır. Esas ve asıl olan budur. Bunu düzenlemediğiniz sürece bu sorunu çözemezsiniz. Din dersleri çalıştaylarına ben de katılmıştım. Alevi çalıştaylarına da katılmıştım. Din dersi çalıştaylarında, din dersi kitabıyla ilgili bize sunum yapıldı. Biz eleştirilerimizi yaptık. Fakat hiçbir tanesi burada yer bulmamış. Olduğu gibi bize dayattılar, “Alın size Alevilik.” diye bunu okutuyorlar bize. Orada eleştirilerimizi dile getirdik. Detaylarına şimdi girmeye gerek yok fakat din eğitimi-öğretimi de okullarda yapılmaya çalışılırsa, din tanımı devlet tarafından yapılırsa, bu sorunların hepsini yaşamaya devam edeceğiz.
Bir de şuna itirazım var:“Biz şu kadar kişiyiz, örneğin elma dinine mensubuz, devlet onları desteklemek, arsa tahsis etmek zorunda değil.” dedi hocam. Buradan baktığınız zaman şu cevabı vereceksiniz:“Kimin parasını kimden esirgiyorsunuz ya da kimin arsasını kimden saklıyorsunuz?” Biz de bu taraftan bunu söyleyeceğiz. Benim köyüm elma dinine mensup kişilerden oluşuyorsa, benim köyümdeki arsa, o topraklar benim topraklarımsa, benim topraklarımda elma dinine uygun ibadethane yapma hakkını devlet benden nasıl alır?
Şüphesiz ki buradan baktığınız zaman, bir de şu var: Tabii Türkiye’de vergi sistemi ortak yürütülüyor ve bunun üzerinden herkesin parasını alıyorsunuz ve siz genel bütçe üzerinden ona göre dağıtıyorsunuz. Şimdi, “kamu düzenini bozucu din” dediğiniz zaman, bu nerden baktığınıza bağlı. 28 Şubat zihniyetiyle bakarsanız, İslam’ın bütün tarikatları da belirli fraksiyonları da kamu düzenini bozan bir yapıdır. 12 Eylül’de aynı şeyleri o dönemde de görüyorsunuz. Buradan baktığınız zamanda bu, doğru bir tanımlama değildir. Kamu düzeni dediğiniz şey nedir? Kamu düzenine kimin bakış açısıyla bakacaksınız? İslamî bir devlet düzeninde onun dışındaki inançlar kamu düzenini bozacaktır. Böyle bir bakış açısı gelişebilir.
Bir diğer taraftan da Alevi tanımı konusunda, tabi devlet endeksli çözüm konusunda bu mesele zorlanıyor. Alevilerin şüphesiz büyük çoğunluğu, ezici çoğunluğu kendisini İslam’ın içerisinde tanımlıyorlar. Fakat İslam’ın içerisinde tanımlarken kendi İslam tanımları var. Egemen din anlayışı, egemen Sünni anlayışı, egemen inanç anlayışı bunu kabul etmediği için, o şekilde bir tanımlamayı da reddediyor. Şimdi böyle bakarsanız, hadi bizi bırakalım, Ali Kenanoğlu’nu, Ahmet’i, Mehmet’i bir kenara koyalım. Açarsınız, bakarsınız 16. yüzyılda Pir Sultan’ın idam kararlarına, 1836 yılında Hacı Bektaş postişi Hamdullah Çelebi’nin idam kararına bakarsınız, Aleviliğin İslam tanımını da orada görürsünüz. Bu anlamıyla egemen anlayış, kendi dayattığı İslam tanımına uymayan bir tanımı İslam olarak kabul etmiyor. O zaman “Tamam, İslam dışı olalım.” dediğimiz zaman da kıyamet kopuyor:“Siz ayrılıkçısınız, bölücüsünüz, Avrupa Birliği’nin de işbirlikçisisiniz, ülkeyi böleceksiniz.” diye. Ne o tarafa evet deniyor ne bu tarafa evet deniliyor. Kendi İslam tanımlamasına Aleviliği çekmek istiyorlar. Genel anlayış bunun üzerinden yürüyor.
Burada da konuşmalarda bir sorun olarak dile getirildi, devletin geçmişten günümüze bir bakış açısı da Alevilerin birliği olmayışı üzerine kurulu. Doğrudur, birçok kurumumuz, kuruluşumuz var. Birinci Alevi Çalıştayı’na, otuz beş, otuz altı tane temsilci katıldı. Her biri farklı bir düşünceyi temsil ediyordu. Ama, Necdet Hoca’m da söyledi, Alevilerin temel problemlerinde , temel sorunlarında herkes aynı şeyleri söyledi. Meseleye buradan bakmak lazım. Kurumların, isimlerin çokluğuna bakmamak gerekiyor. Bir de şu var: Devlet geçmişten günümüze kadar Alevilerin birliğini dağıtmak için uğraşmış, bütün enerjisini bunun için yoğunlaştırmış ve Alevilerin birliğini dağıtmış. O birlik nedir? Ocaklardır. Pir, mürşit, rehber ilişkisi içerisinde, ocak sistemini altüst etmiş, “El Ele,El Hakk’a” uygulamasını ortadan kaldırmış, bunu yürütülemez hale sokmuş, şimdi günümüzde bizi darmadağın eden, bu birlikteliğimizi bozan devlet anlayışı, gelip bize diyor ki“Siz bir değilsiniz, o yüzden ne yapalım, sizin sorununuzu çözemeyiz, işte şöyle olsun, böyle olsun.” Bu da çok ciddi bir haksızlıktır. Bu birliği bozan sensin zaten.
Benim geleneksel yapım, ocaklarım yürüyor. Sistem çalışıyor. Çalışmayan sistem konusunda da kendi içimizde çalışmalarımız var; Hacı Bektaş dergâhında olsun, birçok dergahta olsun inanca dair geleneksel yapıyı ayakta tutabilecek mekanizmalar ortaya konmaya çalışıyor. Doğrudan sorulduğu için “Aleviliğin muteber kitapları var mıdır?” sorusuna şunu söyleyebilirim: Şüphesiz ki bahsedilen kitaplar makbul kitaplardır. Fakat Aleviler, bir sorunları, sıkıntıları karşısında yol, erkân yürütürken ya da inançlarıyla ilgili bir problem yaşarken ya da inançlarıyla ilgili bir şey belirleyecekleri zaman, “Dur bakalım şu kitaba, orda ne yazıyordu, ona göre davranalım.”demezler, böyle bir şey yoktur. Alevilikte kurallar rızalık üzerine yürür; toplumsal kabul üzerine yürür. O nedenle, şimdi -Diyanet’in yayınlamış olduğu Alevilik kitapları önemli kitaplardır, değerli kitaplardır- fakat o kitaplara bakarak “Tamam ben Aleviliği öğrendim.” diyemezsiniz. Bu, konu için yeterli bir veri değildir. Bunun da bilinmesi gerekiyor.
Buradan bir sorunu çözeceksek, bahane üretmeyeceğiz. Yani geçmişte üretilen bahaneler üzerinden yürümeyeceğiz. Alevilerin birliği, beraberliğine değil, Alevilerin ortak taleplerine bakacağız. Aleviler cemevlerine ibadethane diyorsa, bu bir dayatma değil, ibadethanedir. Avrupa’da bunun örneği var mıdır yok mudur? Açın bakın internete, daha bundan üç ay, dört ay önce İsveç’te bir din ortaya çıktı.Çok komik bir şey, bilgisayardaki tuşlar var ya ‘Ctrl F’ diye, işte dinin adı da bu: “Ctrl F dini”. Şu kadar kişi gidiyorlar, İsveç hükümetinediyorlar ki: “Biz bu kadar kişi bir araya geldik, dinimiz de Ctrl F, CopyPaste’dir. Şu tuşlar da bizim kutsal değerlerimizdir.”Devlet bunu kabul etmek zorunda kalıyor. Din dediğiniz şey, beyana dayalı bir şeydir. Sizin belirlediğiniz kriterler içerisinde olması gerekmez ki! İnsanlar bir araya gelir, elli kişi, yüz kişi, derler ki “İşte ben şuna inanıyorum, bunun da kutsalları bunlardır.” Devletin dinler için sağladığı olanaklar ya da olanaksızlıklar ne ise bütün koşullar onlar için de sağlanır. En nihayetinde bu, beyana dayalıdır. Burada aranacak kriterler yok mudur? Tabii ki vardır. Diğer bir inanca zarar vermemesi, birilerinin canına kastetmemesi, hakaret unsuru taşımaması, başkalarının inançlarına bu yönde zarar, ziyan vermemesi gibi birtakım kriterler, yani insanlığın evrensel kriterleri, şüphesiz ki korunacaktır.
Buradan bakarak, bu anlayışımızı ve bakış açımızı değiştirmemiz gerektiğine, devlette çözüm arayarak, devletin çözeceği bir şekilde çözüm arayarak Aleviliğe çözüm bulamayacağımıza aksine bu yönde atılacak adımların yeni sorunlar ortaya çıkaracağına eminim. Günlük yaşamımızda da, pratik yaşamımızda da, uygulamalarımızda da biliyoruz: Neticede hükümet bir Alevi kurumunu yanına alıyor ya da Alevi şahısları yanına alıp bir iş yapıyor; öbür tarafta daha ciddi sorunlara neden oluyor. Çözüm şudur: Devlet vatandaşına güvenmelidir, dinleri topluma, cemaatlere teslim etmelidir. Devlet kendi denetim mekanizmasını, kontrol mekanizmasını yerine getirmelidir. Devletin gücü vardır, istihbarat örgütleri vardır. Bu, El Nusra, El Kaide gibi benzetmelerle olacak iş de değildir. Onların nasıl ortaya çıktıkları ve ne şekilde oldukları da ayrı bir tartışma konusudur. İstenirse onu da ayrı bir gündem maddesinde konuşabiliriz.
Teşekkür ederim.
Tartışmalar esnasında Ali Kenanoğluna ait bölümler:
- Teşekkür ederim hocam. Şimdi değineceğim meseleye Erol Hoca’m biraz giriş yaptı. Günümüzde ya da gelinen süreçte Aleviliğin sorunları var bir de Alevilerin sorunları var. Aleviliğin sorunları tabii ki bugün başlamadı ya da Ak Parti iktidarıyla da başlamadı. Aleviliğin sorunlarını konuşurken , Osmanlıyı bir kenara koyuyoruz ya, aslında Osmanlı ile ilgili değerlendirmelere de bütünüyle katıldığımı söyleyemem. Çünkü Osmanlının iyi dönemleri de var kötü dönemleri de var. Bir bütün olarak “Osmanlı imparatorluğu bizi yok sayıyordu.” söylemi de tarihî gerçekle tamamen uyumlu değil. Çünkü Osmanlı sürecinde Alevi ocaklarının, dergâhlarının çok desteklendiği dönemler de vardı; çok ciddi, tarihin en büyük katliamlarının yapıldığı dönemler de vardı. Cumhuriyet sürecini ele alırsak aslında Aleviliğin sorunları cumhuriyetle birlikte başlıyor. Alevi inancının, Alevi kimliğinin, Aleviliğin bir bütün olarak kabul görmemesi, yok sayılması, hiçbir şekilde anayasada, yasada, kanunda bulunmaması günümüze kadar geliyor aslında. Tekke ve Zaviyeler Kanunu bizim aramızda da çok tartışılıyor. Bunun karşısında olanlar var, bunu destekleyenler var. Ben bütün olarak yasakçı anlayışa karşı duran biriyim. Bana göre devrim kanunu olmasına rağmen Tekke ve Zaviyeler Kanunu da yasakçı maddelerden biridir;. Fakat 2013 yılında olmaması gereken bir kanundur. İnsan hak-hukukunu inanç özgürlükleri bakımından da daraltan bir kanundur. Fakat cemevleri sorununun da Tekke ve Zaviyeler Kanunu’na bağlanmasının, bilinçli ya da bilinçsiz olarak ya da teolojik nedenlerle veya birtakım kaygılarla, “Cemevi sorununu Tekke ve Zaviyeler Kanunu içerisine sokan devrim kanunlarıdır. Ancak, o kaldırılırsa cemevi sorunu çözülür.” anlayışının çok da sorun çözme niyetli bir bakış açısı olduğunu düşünmüyorum. Tam tersine sorunu çözmek istemeyişten kaynaklandığını düşünüyorum. Bu yaklaşımı, meseleyi devrim kanunlarına hapsetmek veya devrim kanunlarını kaldırmayı da Alevilerin sırtına yüklemek olarak görüyorum. Bizim sırtımızda yeteri kadar yük var. Devrim kanunlarını kaldırmak isteyen getirir meclise ya da ilgili yerlere oradan kaldırır. Pekâlâ birçok kanun kaldırıldığı gibi o da kaldırılabilir. Aleviliğin sorunları, şüphesiz AK Parti ile başlamadı. Ancak, Alevilerin sorunlarının Ak Parti ile birlikte katlandığını ifade etmek gerekir. Alevilerin şu anda en büyük sorunu aslında cemevleri, din dersleri, Alevi köylerine zorla yapılan camiler falan değildir. Alevilerin şu an en büyük sorunu aş-iş sorunudur. Aleviler şu anda devlet mekanizmalarında iş bulamıyorlar. Hocam, genel müdür dedi, bense okul müdürü diyeyim size. Okul müdürü bile bulamazsınız. Alevi bir okul müdürünü parmak gösterecek kadar az bulabilirsiniz belki, kalmadı yani yok. Onun haricinde devletin hiçbir bürokratik kadrolarına Alevi alınmıyor şu anda. AK Partinin iktidar olduğu çoğu yerde belediyelerde Aleviler işe alınmıyor. Alevi çalışanlar bir şekilde işten çıkartılıyor ve küçük ölçekli Alevi işletmeler, orta ölçekli müteahhitler de bu kurumlardan iş alamıyorlar. Bunlar iş alamadıkları için işçi de çalıştıramıyorlar. Bunun sonucunda Alevilerin çalışabileceği iş alanları gittikçe daralıyor. Basın sektöründeki en büyük kıyımların Aleviler üzerinden olduğunu biz yakın arkadaşlarımızdan dolayı biliyoruz. O nedenle şu anda Alevilerin en büyük sorunu aslında bu. Çünkü insanın önce karnının doyması lazım, çoluğun çocuğunun geleceğini hazırlaması gerekiyor. Ondan sonra inançlar ya da diğer sosyal ihtiyaçlar gündeme geliyor. AK Parti iktidarındaki “Biz şu kadar çalıştay yaptık, bak Alevilik ilk defa konuşuluyor ya da işte bunu çözeceğiz, şunu konuştuk bunu ettik.” söylemine gelince: Çok güzel, biz de bunu takdir ettik. Hatta çalışmalara destek de sunduk, katıldık da. Ancak işin diğer kısmında da git gide kötüye gidiliyor aslında. Alevilerin esas sorunun aş-iş sorunu olduğunun ben sonuç bildirgesine de eklenmesini ya da not düşülmesini, günümüzde en büyük sorunun bu olduğunun bilinmesini istiyorum. Bu sorun, elbette beraberinde başka sosyal patlamaları getirecektir. Şimdi Gezi meselesi gündeme getirildi. Niye Aleviler bu kadar çoktu? Aleviler, cemevlerimizi yasal statüye kavuşturmuyorsunuz, diye direnişe geçmezler, sokaklara dökülmezler, böyle bir şey yok. En fazla gideriz, iki miting yaparız, bağırırız, çağırırız. Ondan sonra da tekrar evlerimize geri döneriz. Fakat eğer Gezi direnişine ya da benzeri bir ayaklanmaya Aleviler çokça katılıyorsa, bunun nedenlerini başka yerde aramak gerekir. Sadece cemevinin bir neden olmadığını görmek gerekir. İşini kaybeden, işyerinde haksızlığa uğrayan, terfi ettirilmeyen, çoluğu çocuğu işten atılan bir insanın, başka bir yolu, yöntemi, seçeneği kalamaz. O nedenle de bu tür olaylarda Alevileri çok daha fazla sokaklarda görebilirsiniz bundan sonra. Bunun nedeni de bundan kurtuluşun da cemevlerini yasal statüye ya da bir hukukî statüye bağlamak, din derslerini zorunlu olmaktan çıkartmak ve benzeri şeyler değil. Bunun görülmesi gerekiyor. Diğer taraftan Alevilik, elbette yeniden şekilleniyor. Tarihin birçok döneminde, Aleviliğin taşları yerinden oynamış. Günümüzde de Aleviliğin taşları yerinden oynadı. Kentleşme sürecinde Alevilik de artık yeni bir döneme giriyor. Bu döneme girerken de Aleviliği kendilerince şekillendirmek isteyenler var. Bunun aktörleri olarak devlet var, Sünni tarikatlar, cemaatler var ki bizzat şu anda Aleviliğe nüfuz etmiş Sünni cemaatleri biliyoruz. Şiiler var, modern örgütlenme dediğimiz Alevi dernekleri var. Bu Alevi derneklerinde kendilerince bir Alevilik oluşturmaya veya yön vermeye çalışıyorlar. Ve sosyalist-devrimci örgütler de var. Bunlar da Aleviliğe el atmış durumdalar ve onlar da kendilerince Aleviliğin geleceğini şekillendirmek istiyorlar. Şu anda bu tür gruplar, Aleviliğin bu yerinden oynayan taşlarını yerleştirmede aktör olmak istiyorlar. Bu çalıştayların gündeme gelmesi, Aleviliğin bu kadar çok tartışılması, konuşulması da Alevi gerçeği üzerinden bu yeniden yapılanma sürecinde kimin aktör olacağını belirleme çabalarını ya da nedenselliğini oluşturuyor. Bu çalıştayın bunun için yapıldığını söylemiyorum ama genel olarak Alevilik üzerine bu tür çalışmaların yoğunlaşması, daha çok Aleviliği anlamaya ya da tanımaya dönük değil. Daha çok “Aleviliğe biz nasıl yön veririz, buraya biz hangi ucundan el atarız?” niyetiyle yapılıyor. Aleviliği öğrenme ve tanıma gayretiyle yapılan iyi niyetli çalışmaları şüphesiz ki destekliyoruz. Bunlara da katkılarımızı sunuyoruz. Dünkü konuşmamda söylemiştim; Aleviliğin tanımlanmaya zorlanması, devletin ve devletçi bir bakış açısının, yani devletin din anlayışıyla meseleye bakış açısının getirdiği bir zorlamadır. Soruna oradan çözüm arayacaksak, doğru bir Alevilik tanımı yapmak zorunda kalacağız. Ama sizin veya bizim yapmış olduğumuz Alevilik tanımına girmeyecek ve bunu reddedecek bir sürü Alevi de bu sefer yeni bir örgütlenme oluşturacaklar. Bu da başka bir sorunu oluşturacak. Bunun da bilinmesi gerekiyor. Meseleye insan hak ve özgürlükleri bağlamında bakıp sorunu insanların inançlarını özgürce yaşaması bağlamında ele alıp değerlendirmek gerekiyor. Teşekkür ediyorum.
– Kenanoğlu evet, benim birkaç madde üzerinde görüşlerim olacak. Genel olarak ben SönmezHoca’mın dediklerine katılıyorum. Ortak bir metin oluşturmanın sıkıntıları var, onu ifade edeyim. Şimdi 9. maddede tanım yapılıyor. Ben o tanıma katılıyorum, katılmıyorum anlamında söylemiyorum bunu. Ama 9. maddenin ilk cümlesinde bir Alevilik tanımı yapılıyor. Bizim yani çalıştayımızın tanım yapmak gibi bir görevi olmaması gerekir.Devletin yapmış olduğu Alevi çalıştaylarına tüm Alevi kesimleri katıldığı halde, orada bile bir tanım yapılmaktan kaçınılmıştır. Necdet Bey buradadır, kendisi biliyor. 9. maddenin ilk cümlesi tanım içeriyor.
– Bir cümle, tam okuyalım efendim
– Şimdi bu, bir tanım oluyor. Bakın ben bu tanıma katılıyorum ya da katılmıyorum anlamında… Başka bir metinden okumadım.
-Bu, bir tanımdır. Arkadaşlar, tanım olmadığı noktasında ben mi yanılıyorum?
Bakın, biraz önce sizinle görüştük Doğan Bey. Ben Aleviliğin İslam içerisinde kendine özgü bir İslam tanımı olduğu konusunu dile getirdim. Benim rahatsız olduğum husus ayrı bir konudur. İslam içi dışı tartışması ayrıdır, dilersek onu yaparız, o başka bir şey. Benim o konudaki görüşlerim farklıdır.
– Ama bence o cümleye gerek olmadan, maddeyedevam edilmeli. Bu, mesela genel olarak toplumu da rahatlatan bir cümle.
– Bu, bence başlı başına yeterli bir cümle.
– Bence cümle gayet güzel, madde güzel ama o cümle tanımlamaya giriyor.Ben onu ifade edeyim.
– Ben hala buradaki o ilk cümlenin olması gerektiğine kanaat getirmiyorum. Bence o cümle olmadan o madde daha güzel. 11. maddede “Nevşehir Üniversitesi’ne Hacı Bektaş Veli isminin verilmesi Aleviler için de heyecan verici olmuştur.” deniliyor. Tam tersine Alevi toplumu, genel olarak Alevi temsilcileri ya da kurumları ve kuruluşları bu konudaki açıklamalarında şunu ifade ettiler: Türkiye’de Turgut Özal ismi varken, Süleyman Demirel Üniversitesi varken, Necmettin Erbakan Üniversitesi varken, İsmet İnönü Üniversitesi varken yani birçok siyasî kişiliğe ait üniversite isimleri varken, Hacı Bektaş Veli isminin demokratikleşme adı altında verilmesinin Aleviler açısından heyecan verici değil tam tersine -daha şey bir ifade kullanmaya çalışıyorum- daha kötü bir duruma yol açtığı, daha üzücü bir hal aldığı ifade edilmiştir. Yani bir üniversiteye Hacı Bektaş Veli’nin isminin verilmesi, bu anlamıyla, üniversite isimlerinin tamamını ele aldığınız zaman, hiç de heyecan verici falan karşılanmadı. Ayrıca toplulukböyle bir karşılık da göstermedi. Ben onun oradan çıkarılmasını talep ediyorum. Maddenin devamı güzel fakat“Hacı Bektaş Veli’nin isminin verilmesi heyecan oluşturmuştur.” biçiminde böyle bir şey olmadı, asla olmadı.
– Orada ifade etmek istediğim şudur: Nevşehir Üniversitesi’ne Hacı Bektaş Veli’nin isminin verilmesi yeterli değildir, yani heyecan verici falan değil, yeterli değildir: ondan sonra bahsetmiş olduğunuz şekilde üniversitenin kapsamının ona dönüştürülmesi gerektiğine dair cümleler, tamamdır yani.
– Ya da Alevi arkadaşlarımız, kendileri “Heyecan verici olmuş mudur, olmamış mıdır?” durumunukendileri dile getirebilirler. Ben kimsenin adına konuşmuyorum.
– Hocam, özür dilerim. Belirlediğiniz yöntem olarak konuşuyorum ben. Yani burada yöntem olarak başka bir yöntem belirlerseniz, bende o şekilde konuşurum. Ben şu anda söz hakkı alarak nelere itiraz ettiğimi ya da bana göre kendi şahsî fikrimle oluşan kanaat üzerinden dile getiriyorum. Bu konuda diğer Alevi arkadaşlar için Hacı Bektaş Veli’nin isminin verilmesi heyecan yaratmışsa, olabilir. Oylama da bir yöntemdir, yöntemi siz belirlersiniz.
– Buradaydım. Buradaydım.
-Doğan Bey, ben yetmez demişimdir, sende yeter dersin.
– Yani kelime üzerinde tartışmayalım.
– Evet.12. maddede Aleviliğin Şiilikle ilişkilendirilmesinin tehlikesinden bahsediliyor. Sünniliğinde Selefilikle…Aleviliğin Şiilikle ilişkilendirilmesiyle birlikte, Aleviliğin Şiilikle ve Sünnilikle de ilişkilendirilmesinin bir tehlikeli tarafın olduğunun ifade edilmesi gerekir. Şiilikten bahsedilecekse buraya Sünniliği de koymak gerekir.
– Doğrudur hocam, bende kendi görüşümü ifade ediyorum. Maddeler üzerinde, madem bir ortak maddeler halinde çıkacaksa, kişilerde kendi görüşlerini ifade ediyor. Ben orada Aleviliğin Şiilikle ve Sünnilikle ilişkilendirilmesinin aynı kefede olduğuna inanıyorum. Yani sadece Şiilik açısından bir tehlike var da sanki Sünnilik açısından bir tehlike yokmuş gibi ele alınmasını doğru bulmuyorum. Tabii bu, benim kendi görüşüm.
-Bakın, aslında FermaniBey’in değindiği husus biraz böyleydi. Yani Aleviliğin karşısına Şiiliği tehlike olarak koymak, Sünniliğin karşısına da başka bir şeyi de tehlike olarak koymak.Bu açıklamabir taraftan bizi Şiilerle karşı karşıya getirecek. Şimdi hocam, ya bu lafı tamamen kaldıralım…
– Bitiyorum. Konuşmamda dile getirdiğim; Alevilerin, Alevi inancına ve kimliğine sahip insanların kamu kurum ve kuruluşlarında yaşamış olduğu ayrımcılıklar, metinde yer bulmamış. Sosyal devlet kısmının güçlendirilmesi lazım. Yani o, güçlendirilebilir, çünkü buradan o anlam çıkmıyor.
– Hocam, söyledikleriniz üzerine şunu ifade etmek zorundayım. Çok doğru söylüyorsunuz; kanunlarımızda, kurallarımızda, yasalarımızda Alevilik- Sünnilik ya da bir ırk inanç ve benzeri şeyleryoktur.Bende bu fikirdeyim. İşe alırken bizim devlet kanunlarımızda ya da kamu kurum kuruluşlarının yönetmeliklerinde böyle bir şey yok. Ama bütün mülakatlarda bu biliniyor ya da geziye katılanların %78’inin Aleviler olduğu söylenebiliyor. Şimdi bir gerçeklik üzerinden mi konuşacağız yoksa zaten problem olan mevcut kanunlar üzerinden mi konuşacağız? Kanunların uygulamasındaki problemler için biz bu çalıştayları yapıyoruz. Zaten Türkiye Cumhuriyeti’nin yasaları, mevcut yasalar bile layıkıyla uygulansa, Aleviler bir sorun yaşamaz bu ülkede. Büyük oranda sorunlar çözülür.
– Hocam, bir yerde işten atılmalar olduğu zaman, çoğunun Alevi olduğunu ya da atılanların tamamına yakınının Alevi olduğu biliniyor.
– Tamam hocam, genel kanaat uygun görüyorsa benim içinde tamamdır.
– Gerçekten bu cümle sizin dediğinizi aynen kapsıyor.
-Evet, tamam, bu cümle kapsıyor. Ama Ali Bey’in ilk intibası böyle oldu. Biraz daha dikkat ettiği takdirde bu düşünceleri tamamen içerdiğini görecektir. Şimdi Ali Bey’den sonra, evet…
-Yalnız bir gerçek var, bunu algı olarak anlatmak bence çok hatalı. Somut bir gerçek değil de sadece bir algı olarak sunmak da doğru değil. Arkadaşlar; bu, bir algı değil. Türkiye Cumhuriyeti’nde bir tane Alevi vali yoksa bugüne kadar bir tane Genelkurmay Başkanı olmamışsa…
(Doğan Bermek’in kamuda Alevilere yönelik bir işten çıkartma yoktur sözleri üzerine tepki ve kızgınlıkla)
- Ben özür diliyorum, meğer hiçbir sorunumuz yokmuş. Bu, bende oluşan bir algıymış. O yüzden özür diliyorum hâzîrûndan.
( Ali Kenanoğlu, Sonuç metnine yönelik itirazları metne girmediği için toplantıyı bu aşamada bitirip sonuç metni açıklamasına da katılmadı. )