AKP döneminde Cumhuriyet tarihindeki dış borcun 1 buçuk katı döviz taahütüne girildi
HDP İstanbul Milletvekili Ali KENANOĞLU, TBMM Genel Kurulu’nda 2021 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi’nin 12. Maddesi üzerine konuştu. Kenanoğlu, hazine garantili dış borçlanma limitini belirleyen madde üzerine yaptığı konuşmasında bu borçlanma ile yapılan projelerin ve yatırımların şeffaf bir ihale süreci yürütmeden hep aynı şirketlere verildiğine dikkat çekti. Kamu-özel işbirliği ile yapılan projelerde dolarda yaşanan kur farkından dolayı ciddi bir borçlanma yaşandığı ve bu durumun Sayıştay raporlarına da yansıdığını belirten Kenanoğlu, 2014-2019 yılları arasında 61 milyar 719 milyon kur farkı olduğunu söyledi. Kenanoğlu, yaşanan borçlanma sonucunda bugün gelinen noktada ülkenin ağır bir yükle karşı karşıya olduğunu vurgularken demokrasiden uzaklaşmayla da bağlantılı olarak yurttaşların geleceğinin çalındığını ifade etti.
Konuşma tutanak metni aşağıda yer almaktadır.
Genel Kurul Tutanağı 27. Dönem 4. Yasama Yılı
33. Birleşim 16/Aralık /2020 Çarşamba
ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli vekiller; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Tabii, görüşmüş olduğumuz, üzerine söz almış olduğum madde, Hazine Garantili İmkân ve dış borcun ikraz limitiyle, borç üstlenim taahhüt limitini ve borçlanmaya ilişkin işleri düzenleyen bir madde. Hazine Garantili İmkân ve dış borçlanma limitini 4,5 milyar Amerika Birleşik Devletleri doları -burası önemli- o limite göre sınırlıyor. Yani 4,5 milyar dolara kadar Hazine garantili proje ve borçlanma imkânı elde ediliyor.
Şimdi, bu Hazine garantili borçlar meselesinde önemli bir durum var. Sayın Bakan da demin burada ifade etti: “Yani, biz iş yapıyoruz, yatırım yapıyoruz, işte, muhalefet her şeye itiraz ediyor.” Şimdi, bir bakıyorsunuz bu Hazine garantili yatırımlara, orada bu yatırımlar, nedense hep belli şirketlere gidiyor. Yani bizim itiraz ettiğimiz yatırımlar değil, bizim itiraz ettiğimiz, bu yatırımların şeffaf bir ihale usulüyle verilmemesi, birçoğu işte, davet usulü, teklif usulü gibi birçok usul ve yöntemle, birçok yol ve yöntemle hep belli şirketlere veriliyor. Hani, kazan kazan diye konuştuk ya, hep aynı şirketler kazanıyor, bizler, işte, vatandaşlar, halkımız da bu işin hep kaybeden tarafında oluyor.
Şimdi, bu kamu-özel iş birliğiyle yapılan projelerde ve bu Amerika Birleşik Devletleri doları üzerinden yapılan projelerde de çok ciddi bir şekilde kur farkından kaynaklı kayıplara yol açıyor. Şimdi, baktığınız zaman bunlara, ödenen kur farkları Sayıştay raporlarına da konu olmuş 2014 yılı için 4 milyar 652 milyon, 2015 için 9 milyar 284 milyon, 2016 için 3 milyar 748 milyon, 2017 için 8 milyar 798 milyon, 2018 için 25 milyar 117 milyon, 2019 için 10 milyar 117 milyon lira. Bunlar, ödenen kur farkları, borçlanılan ya da yük olarak binen kur farkları. Şimdi, 2014-2019 yılları arasındaki toplamda 61 milyar 716 milyon kur farkı biniyor bu projelerden kaynaklı olarak yüklenen maliyet.
Şimdi, bunlar ne anlama geliyor? Çanakkale Köprüsü’nden 6 tane, Avrasya Tüneli’nden 7 tane, Osmangazi Köprüsü’nden 7 tane, üçüncü boğaz köprüsünden de 2 tane anlamına geliyor yani bu kadar daha yapabilme anlamına geliyor. Yani kur farkından kaynaklı olarak yüklenen maliyetlerin durumu bu ve dolar arttıkça sürekli bu maliyetler de artmaya devam ediyor.
Kamu-özel iş birliği projeleriyle tüm Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca oluşan kamu dış borcunun 1,5 katı kadar döviz taahhüdüne girilmiş durumda. Türkiye’de kişi başı millî gelir 12 bin dolar iken ve ileride 25 bin dolara çıkacağı projeksiyonlarıyla ihale edilen projeler bugün geldiği noktada, kişi başı 8 bin dolar millî gelire sahip bir ekonomiye ağır yük getiriyor ve buradan kaynaklı olarak da baktığınız zaman, ülkede ciddi anlamda bir ekonomik sıkıntı ve yoksullukla karşı karşıya kalıyoruz. Bu iktidar, bizim de çocuklarımızın da torunlarımızın da geleceğini ipotek altına alıyor ve onların geleceğini de çalmış oluyor.
Şimdi, ekonomide yaşadığımız kriz ve bu krizlerin vatandaşa getirdiği yük artık gizlenemez vaziyettedir ve biz şunu söylüyoruz, diyoruz ki: Bu ekonomik krizin sebebi, demokratikleşme yaşanmaması yani demokratik olmayan nedenlerden dolayı ülkenin demokrasiyle yönetilmemesinden kaynaklı olarak bu kriz artarak devam ediyor ve demokratikleşme olmadığı sürece de bu krizden kurtulma şansımız yok. Şimdi, siz her ne kadar “Biz çok demokratız, en ileri demokrasi bizde, en gelişmiş demokrasi bizde.” deseniz de, bu işin böyle sizin anlatmanızla olmadığını herkes özellikle de uluslararası kurumlar, kuruluşlar, ülkeler iyi biliyorlar.
Şimdi, uluslararası bir değerlendirme kuruluşu var; The Economist Intelligence Unit adlandırılıyor bu kuruluş. Bunun kamu oyuna yansıyan ve tartışılan bir raporu var. Şimdi bu rapor, baktığınız zaman yani Türkiye kamuoyunda da tartışılmış bir rapor. Demokrasi Değerlendirmesi Endeksi yayınlıyor ve puanlandırma yayınlıyor. Türkiye’nin bu puanlandırmada 2006 ile 2014 arasında durumu fena değil yani o zamanki koşullar çerçevesinde diğer dünya ülkeleriyle kıyaslandığı zaman durumu kötü bir pozisyonda değil. Peki, 2015’te ne oluyor? 2015’ten itibaren günümüze kadar giderek düşüyor. Yani, 2015’te çözüm sürecinin bitirilmesi, Türkiye’nin demokratikleşmeden uzaklaşması, çatışma sürecinin başlamasıyla birlikte Türkiye’deki demokrasi değerlerin tamamı da düşmeye başlıyor. Güvenlikçi politikalar, Türkiye’yi demokrasiden uzaklaştıran ve ona paralel olarak da ekonomik zorlukları beraberinde getiren bir sürece yol açıyor. Gelinen noktada ne deniliyor? Gelinen noktada söylenen şu: “Artık Türkiye bir karma rejimle yönetiliyor, bir karma rejim söz konusu.” Şimdi, karma rejim nedir, nasıl tanımlanıyor? Karma rejim şu şekilde tanımlanıyor: Düzenli seçim sahtekârlıkları olan ve adil ve özgür demokrasi olmalarını engelleyen uluslardır. Bu uluslar genellikle siyasi muhalefet, bağımsız olmayan yargılar, yaygın yolsuzluk, medyaya uygulanan taciz ve baskı, güçsüz hukukun üstünlüğü ve az gelişmiş siyasi, kültür alanındaki kusurlu demokrasilere göre daha belirgin hatları uygulayan hükümlere sahiptir. Şimdi, şöyle bir tanım var: Tam demokrasiye sahip ülkeler, kusurlu demokrasiye sahip ülkeler, karma rejime sahip ülkeler ve otoriter rejime sahip ülkeler. İşte
Türkiye’nin puanlaması karma rejime yani deminki saymış olduğum alana denk geliyor ve buna sebep olan en büyük alan da seçim ve seçilmişlerin iradesine olan durumla ilgili. Yani saygısızlıkla ve yok saymayla ilgili. Bu uluslararası değerlendirme kuruluşu Türkiye’nin bütün puanını o sizin kayyumlarınız sayesinde işte öyle veriyor. Yani sizin o kayyum politikanız dünya arenasında, uluslararası arenada Türkiye demokrasisini yerle bir eden bir pozisyonda. Şimdi, sizin “Demokrasimiz ileri, en özgür ülke biziz.” demiş olmanızın aslında uluslararası camia açısından da, tabii bizler açısından da hiçbir anlamı yok. Siz bununla ancak A Haber ve havuz medyası dışında başka bir medya kanalı izlemeyen, takip etmeyen yurttaşlarımızı ikna edersiniz ki ancak da onları ikna ediyorsunuz.