Kenanoğlu’ndan Adalet Bakanlığı’na: AİHM ve AYM’nin zorunlu din dersine ilişkin hak ihlali kararlarından yerel mahkemelerin haberi yok mu!?
Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul Milletvekili Ali KENANOĞLU, zorunlu din dersine ilişkin Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) verdiği hak ihlali kararlarını yerel mahkemelerin tanımamasını Meclis gündemine taşıdı. İstanbul 3. İdare Mahkemesi’nin, mevcut ‘ihlal’ kararına rağmen, bir ailenin çocuklarının zorunlu din dersinden muaf tutulma talebini reddettiğini belirten Kenanoğlu, inanç özgürlüğünün yok sayıldığına dikkat çekti. İnançlara yönelik ayrımcılık ve nefret ikliminden en çok Alevilerin etkilendiğini vurgulayan Kenanoğlu, Adalet Bakanlığı’na “İstanbul 3. İdare Yerel Mahkemesi, Anayasa Mahkemesinin (AYM) “…din derslerinin zorunlu kılınmasının hukuka aykırı olduğu” yönündeki kararını neden uygulamamaktadır?” diye sordu.
Soru önergesi metni aşağıda yer almaktadır.
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI’NA
Aşağıdaki sorularımın Adalet Bakanı Bekir BOZDAĞ tarafından Anayasanın 98. ve TBMM İçtüzüğünün 96. ve 99. maddeleri gereğince yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.
İstanbul 3. İdare Mahkemesi, Anayasa Mahkemesinin ‘ihlal’ kararına rağmen, bir ailenin çocuklarının zorunlu din dersinden muaf tutulması talebinin reddedilmesi kararının iptali davasında ‘ret’ hükmü vermiştir. Mahkeme, bu ret kararını Ankara 10. İdare Mahkemesi ve Danıştay 8. Dairesi’nin kararına atıf yaparak vermiştir.
İstanbul Sancaktepe’de yaşayan aile, Osmangazi İlkokulu’nda okuyan 4. sınıf öğrencisi kızlarının zorunlu olarak okutulan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinden muaf tutulması için 1 Mart 2022’de Sancaktepe İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne başvurmuş ancak, Sancaktepe İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü bu başvuruyu reddetmiştir.
Ardından aile, ret kararının iptali için İstanbul 3. İdare Mahkemesi’ne başvurmuştur. Anayasa Mahkemesi’nin 7 Nisan 2022 tarihli kararına atıf yapıldığı başvuruda, Zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin ‘Sünni Müslüman inancına dair anlatılar içerdiği, laiklik ilkesi gereği devletin tüm inançlara eşit mesafede olması gerektiği, bunun gereği olarak din dersleri dini eğitim niteliğinde olmaması gerektiği, bu niteliklere haiz olmayan din derslerinin zorunlu kılınmasının hukuka aykırı’ olduğu savunulmuştur.
Ancak 3. İdare Mahkemesi AYM’nin ihlal kararına rağmen ailenin iptal istemine ret kararı vermiştir.
3. İdare Mahkemesi ret kararına gerekçe olarak, Ankara 10. İdare Mahkemesi ile Danıştay 8. Dairesi’nin kararlarını göstermiştir. Söz konusu kararlarda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ders müfredatının 2007-2008 eğitim öğretim yılında yenilendiği, yeni müfredatın din eğitimi dersi niteliği taşımadığı, içerik olarak din kültürü ve ahlak bilgisi öğretimi kabul edilmesi gerektiği belirtilmiştir.
Anayasa Mahkemesi (AYM) yukarıda bahsi geçen “zorunlu din dersinin” din özgürlüğünün ihlali olduğu gerekçesiyle 2014 yılında yapılan bireysel başvuru hakkında verdiği kararda; “Anayasa’nın 24. Maddesinin dördüncü fıkrasında güvence altına alınan ebeveynlerin eğitim ve öğretimin kendi dinî ve felsefi inançlarına göre yapılmasını sağlama hakkının ihlal edildiğine” hükmetmiştir. AYM’nin söz konusu kararında ebeveynlerin eğitim ve öğretimin kendi dini ve felsefi inançlarına göre yapılmasını sağlama hakkının ihlal edildiğine işaret etmiştir.
1980 darbesi sonrası hazırlanan 1982 Anayasasıyla birlikte Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi okullarda zorunlu dersler arasında yer almıştır. Bu zorunluluk Türkiye’de yaşayan Sünni inancın dışındaki tüm diğer inançlar ve inançsızlar açısından bir insan hakkı ihlali olarak yıllarca dile getirilmekte, muafiyet talepleri ulusal ve uluslararası mahkemelere taşınmakta, uluslararası ve ulusal mahkemelerin verdiği kararlar yerine getirilmediğinden bitmeyen bu tartışma hem ülke gündemini meşgul etmekte hem de bu sorunu yaşayan ailelerin mağduriyetinin sürmesine neden olmaktadır.
Yüzyıllardır, Alevi inancının çeşitli yöntemlerle yok edilmeye, olmazsa dönüştürülmeye, asimile edilmeye çalışılması kesintisiz bir yönetim anlayışı olarak sürdürülmektedir. Bırakın zorunlu din derslerinin iddia edildiği gibi din, inanç, kültür ve mezheplerin öğretildiği bir ders olarak uygulanmasını, tam aksine bu derse giren her çocuğa inancı ne olursa olsun, zorunlu olarak Sünni, Hanefi inancın eğitimi verilmekte, bu inancın tek ve mutlak doğru olduğu öğretilmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), 2007 ve 2014 yıllarında Türkiye’den yapılan başvurular sonrasında Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin zorunlu olarak okutulmasının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) eğitim hakkına ilişkin 2’nci maddesini ihlal ettiği yönünde karar vermiştir. AİHM, Türkiye Cumhuriyeti’ne AİHS’in 46’ncı maddesini hatırlatarak, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin zorunlu derslerden çıkarılması yönünde iç hukukta gerekli düzenlemelerin yapılması kararını iletmiştir.
Ancak aradan geçen onca yıla rağmen bu yönde herhangi bir adım atılmayarak, çocuğunun bu dersten muaf tutulmasını isteyen aileler okul yönetimleri ile karşı karşıya getirilmekte, dava yolu ile kazanılan hakların bile uygulanmaması yönünde direnç gösterilmektedir.
Devletler, bireyleri, belli bir dini inanca yöneltmeye, belirli bir dini faaliyete katılmaya veya uzaklaştırmaya yönelik etkinliklerden kaçınmalıdır. Okullardaki din dersleri, öğrencilere belirli bir inancı benimsetmeyi öngören içerikte olmamalıdır. Ana babaya çocuklarının zorunlu din derslerinden muaf tutulmasını isteme hakkı tanınmalıdır. Bu husus, 18.5.1954 tarihinde yürürlüğe giren ve Türkiye tarafından da 10.3.1954’te onaylanan, AİHS’ne ek protokolün 2. maddesinde “Devlet, eğitim öğretim alanında üstleneceği görevin yerine getirilmesinde, ana ve babanın, eğitim ve öğretimin kendi dini ve felsefi inançlarına uygun olarak yapılması hakkına saygı gösterecektir” denmek suretiyle ifade edilmiştir.
Bu konuda özellikle dikkat edilecek nokta, devletin, din hizmeti verirken, bireylerin farklı dini inançları karşısında yansızlığını özenle koruması mecburiyetidir. Devlet sözünü ettiğimiz din hizmetini, ülkede mevcut başlıca din ve inanç gruplarının hepsine vermelidir. Bu, olmazsa olmaz koşuldur.
Ancak ne var ki; Türkiye’de pek çok inanç grubu inançlarını özgürce yaşayamamakta, baskı ve dayatmaların dışında ayrıca linç kültürünün de mağduru olmaktadırlar. Geçmiş dönemlerde yaşanan Yahudi mezarlıklarına saldırılar, kiliselere yönelik saldırı ve nefret odaklı söylemler ülkede inanç özgürlüğünün olmadığının bir ifadesidir. Elbette bu ayrımcı tutum ve nefret ikliminden en çok etkilenen kesim olarak Alevilerin yaşadıkları mağduriyetler sürekli gündemde yer almaktadır.
Anayasanın 10 uncu maddesinin l inci fıkrasında belirtilen eşitlik ilkesine göre; “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir” hükmü yer almaktadır. Ancak Alevilerin ülkenin büyük bir toplumsal kesimi olmalarına rağmen eşit yurttaşlık bağlamında din ve inanç özgürlüğüne dair çeşitli kısıtlamalara tabi tutulduğu, dahası nefret söylemlerinin de odağında oldukları önemli bir realite olarak karşımızda durmaktadır.
Yine anayasal güvence altında olan din ve vicdan hürriyeti Alevileri kapsamamakta, inançlarından ötürü baskıya maruz kalmaktadırlar. Zorunlu eğitimin bir parçası olan din kültürü ve ahlak bilgisi derslerinde sadece Sünni inancına dair bilgiler verilmekte, diğer dinler ve inanışlara yer verilmemektedir. Bu durumun da Aleviler açısından asimilasyona tekabül ettiği şüphesizdir. Oysa çocuklarının alacağı dini eğitimin; çocuklarını kendi inançlarını tanımaları yönündeki bir sistemle gerçekleşmesi yahut tek bir dine dayalı eğitimden muaf tutulması yönündeki haklarını yargısal makamlar önünde arayan pek çok aile AİHM’in “din ve inanç özgürlüğünün korunması” yönündeki kararları ile elde etmişlerdir. Ancak devletin yapması gereken, ailelerin bireysel olarak kendi hak mücadelelerini yürütmek zorunda kalmaksızın bu haklarının kendilerine teslim edilmesinin sağlamaktır. Bu nedenle zorunlu din derslerinin, tek bir inanç sistemi üzerinden değil tüm kültürleri kapsayacak ve iyi insan olmanın temel kurallarını verecek nitelikte olması ve her çocuğun ailesi tarafından kendi inanç sistemleri içerisinde yetişmelerinin sağlanması önem arz etmektedir.
Diğer taraftan, Anayasa Mahkemesi kararları, mahkeme kararlarının etkili uygulanması ve adil yargılama sürecini tamamlamayan bir sonuç doğurması yönünden önemli bir husustur. Adil yargılanma hakkı, bir uyuşmazlık konusunda mahkemeye erişimi ve mahkemece verilen kararın uygulamasını isteme hakkını da içerir.
Bu nedenle, yerel bir mahkemenin en yüksek yargı organı olan Anayasa Mahkemesinin (AYM) ve hatta AİHM kararlarını görmezden gelerek/yok sayarak bu kararları uygulamaması hem yargılamayı hem de mahkemeye erişim hakkını ihlal anlamına gelmektedir.
Diğer yandan bir ülkede mahkeme kararlarının etkili bir şekilde uygulanması hukuk devleti olup olmadığının önemli bir göstergesidir. Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanması da hukuk devleti olup olmamakla yakından ilgilidir. Bir hak ihlalinin icra edilmemesi hukukun üstünlüğü ilkesi ve bu ilkenin temel alındığı anayasal düzenin ağır bir biçimde ihlali anlamına gelecektir.
Anayasa Mahkemesinin bir ihlal kararı vermesi aynı zamanda Anayasa’ya aykırılık anlamına gelmektedir ve dolayısıyla bu kararın devletin ilgili tüm kurum ve kuruluşları ve yargı organları tarafından yerinde getirilmesi zorunluluğu vardır.
Bütün bunlara göre;
- İstanbul 3. İdare Mahkemesi Anayasa ve AİHM kararlarında yer alan “zorunlu din dersi uygulamasının hukuka aykırı olduğu” yönündeki kararlarından haberi yok mudur? Haberinin var olması gereken bir konuda nasıl AİHM ve AYM kararlarını yok saymaktadır?
- İstanbul 3. İdare Yerel Mahkemesi, Anayasa Mahkemesinin (AYM) “…din derslerinin zorunlu kılınmasının hukuka aykırı olduğu” yönündeki kararını neden uygulamamaktadır?
- Başvurucuların zorunlu din dersinden muaf tutulması ile ilgili Anayasa Mahkemesi kararlarını uygulamayan İstanbul 3. İdare Mahkemesinden bu kararından Bakanlığınızın bilgisi var mıdır?
- Anayasa Mahkemesinin Zorunlu Din Dersi uygulamasının hukuka aykırı olduğu yönündeki kararını yerine getirmeyen İstanbul 3. İdare Mahkemesi üyeleri hakkında işlem başlatılacak mıdır?