Salgınla içiçe geçmiş bir iklim kriziyle karşı karşıyayız
Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul Milletvekili Ali KENANOĞLU, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulu’nda su kaynakları, kuraklık ve iklim değişikliğinin etkilerinin araştırılması için verilen araştırma önergesi üzerine konuştu.
Konuşma tutanak metni ve videosu aşağıda yer almaktadır.
Dönem: 27 Yasama Yılı: 4 Tarih: 25.02.2021 Birleşim: 52 Ham Tutanak Sayfası: 220
ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. Hocalı katliamının yıl dönümdeyiz, 26 Şubat 1992 tarihinde Dağlık Karabağ bölgesinde, Hocalı kasabasında Azeri sivillerin Ermenistan’a bağlı kuvvetlerce katledildiği Hocalı katliamını parti grubumuz adına lanetliyor, katledilen canları saygıyla anıyorum.
Sayın Başkan, su kaynakları, kuraklık ve iklim değişikliğinin etkilerinin araştırılması konusunda verilen -yani bütün parti gruplarının ortaklaşa verdiği- araştırma önergesi üzerine HDP parti grubumuz adına söz aldım. Biz, tabii bu iklim meselesini bir iklim krizi olarak da tanımlıyoruz, bu şekilde adlandırıyoruz. Dünyada ve ülkemizde son yıllarda beklenmeyen hava olaylarına bağlı olarak yaşanan ve giderek artan afetler ve kuraklıkların nedenlerinin daha sık konuşulduğuna hepimiz tanık oluyoruz. En çok da doğanın dengesiyle oynadılar, mevsimleri değiştirdiler gibi bilinçli veya bilinçsiz açıklamalara her gün değişik mecralarda rastlamak artık bizler için alışık hâle geldi. Özellikle, atmosfer bilimcilerinin iklim değişikliğiyle ilgili konuşurken bunun hava olayları üzerinde tartışılmasını doğru bulmadıklarını burada belirtmek istiyorum. Hava değişikliğini değerlendirirken ancak onlarca yıllık süreçlerde istatistiksel verilerin anlamlı biçimde artması ya da azalmasına bakarak iklim değişikliği üzerinde bir değerlendirme yapılabilmesi gerekmektedir. Yani, bu hadiselerin çok dar alanlarda ve kısa sürede gerçekleştirilmesi bize doğru bir iklim değişikliği konusunda fikir vermeyecektir, bunu bilmek gerekiyor. Dolayısıyla, tekil bir meteorolojik hava olmayan iklim değişikliğine bağlanması için özel çalışmalar konusunda bir karara varabiliriz, bu konuda özel çalışmalar ve araştırmalar yapılabilirse işte bu anlamda bu araştırma komisyonunun da bunları göz önünde bulundurarak bu çalışmaları yürütmesi gerekiyor.
Küresel ısınma sonucu buzulların erimesi ve denizlerin yükselmesiyle kıyı kentlerinin sular altında kalacağı söylemleri ilgili bilim insanlarınca sürekli dile getiriliyor. Küresel iklim değişikliğiyle, artan deniz suyu sıcaklığıyla bu yüzyılın sonlarına doğru deniz seviyesinin ortalama 65 santim civarında yükseleceği beklenmektedir. Aynı zamanda eriyen buzulların da katkısıyla bu değerin çok daha yüksek olacağını söylememiz gerekiyor. Deniz seviyesindeki yükseklik özellikle Uzak Asya ülkelerini doğrudan etkileyecek, ancak üç tarafı denizlerle çevrili bir ülke olarak Türkiye coğrafyasının da bu su seviyesinin yükselmesinden etkilenmemesi mümkün değil. Bu anlamıyla, bu araştırma komisyonunda bu etki araştırılmalı. Bu konuda geniş ölçekli, nitelikli adaptasyon ve olası zararların önüne geçilmesi açısından da bu araştırma komisyonunun çalışma koşullarından biri olması gerekmektedir.
İklim değişikliği ve küresel ısınmanın dünyamıza etkisi var tabii ki, bu etki zaman zaman anlatılır ve halk ozanlarının deyişlerine de konu olmuştur. Dünyanın zaman zaman buzul çağına girmesi nedeniyle, işte volkanik patlamalardan kaynaklı olarak sıcaklık artışı nedeniyle canlıların yok olduğuna ve süreç içerisinde dünyada hayatın yeniden başladığına ilişkin deyişler de var, ben burada 1-2 tanesini söylemek isterim: “Yürü yürü yalan dünya/ Yalan dünya değil misin/ Yedi kez boşalıp yine/ Dolan dünya değil misin” diyor Yunus Emre. Sıdkı Baba, Erenler’de şöyle diyor: ”
Ben Ademden evvel çok geldim gittim
Yağmur olup yağdım ot olup bittim
Bülbül olup firdevs bağında öttüm
Bir zaman gül için hara düş oldum.
On dört yıl dolandım Pervanelikte
Sıdkî ismim buldum divanelikte
Sundular aşk meyin mestanelikte
Kırkların ceminde dara düş oldum.”
Yani bu iklim değişikliği, buzul çağı, ısınma, bütün bunlardan kaynaklı olarak canlıların yok olma tehlikesiyle bu dünya her dönemde karşı karşıya kaldı. Tabii, biz burada bu etkileri görüşürken, bunların Türkiye’ye etkileri ve insanın bu iklim değişikliğine, iklim krizine etkilerini incelememiz, araştırmamız ve bunlara yönelik tedbirler almamız gerekiyor. Bununla birlikte de iklim krizinin, beklenen iklim değişiklilerinin karşısında ne gibi tedbirler alınması gerekiyor? Bu çalışmaların yürütülmesi gerekiyor.
Türkiye ikliminde gelecekteki değişiklikle ilgili çalışmalarda 21’inci yüzyıl sonlarına doğru, özellikle yaz mevsimi ortalama sıcaklıklarında yer yer 7 santigrat derece artış olacağı tahmin ediliyor. Yani bu anlamıyla baktığınız zaman bir kuraklıkla karşı karşıya kalma riskimizin çok yüksek olduğu ifade ediliyor. Türkiye’de bulunan 300 civarında doğal gölün yüzde 60’ı kurumuş durumda. Tescilli 76 sulak alandan sadece 24’ünde su yönetim planı var, diğerleri izinsiz kullanılan ve kirletilmeye terk edilmiş durumda.
Su kaynakları, bir taraftan kuraklıktan kaynaklı diğer taraftan da iktidarın politikaları nedeniyle git gide kaybediliyor. Yani HES benzeri politikalar su havzalarının, sulak alanların, sularımızın, derelerimizin hapsedilmesi, borulara hapsedilmesi gibi sonuçları doğuruyor. Bu sonuçlar sadece suyu kullanan insanları etkilemiyor, oradaki yaşayan bütün canlıları da etkiliyor.
Bir taraftan su sıkıntısı çeken ülkemiz diğer taraftan Katar’la su kaynaklarının yönetimiyle ilgili anlaşma yapıyor. Tabii, diğer taraftan da bu anlaşmanın içeriğini, detayını bilmiyoruz, kamuoyuna da açıklanmıyor. Bu su yönetimi anlaşması neyi kapsıyor, nelerden oluşuyor?
Kuraklığın sonu felakettir, bunu hepimiz biliyoruz; açlık, kıtlık, canlıların yok olmasıyla sonuçlanacak bir sürece doğru evirir. Büyük göç dalgalarıyla karşı karşıya kalınır ve büyük göç dalgaları da tabii ki büyük felaketleri ve büyük savaşları da, yok edici savaşları da beraberinde getirir.
Şimdi, burada insanın rolüne baktığınız zaman şöyle bir bilgi var: Yani, bakıyorsunuz, dünya beş milyar yıl önce “Büyük Patlama” denilen “Big Bang”le beraber oluşmaya başlamış; dört buçuk milyar yıl önce Dünya oluşmuş, üç yüz yetmiş beş milyon yıl önce canlılar görülmeye başlanmış. Aslında, insanlığın atası olarak kabul edilen -bilim insanlarının söylediğini diyorum- “homo sapiens”ler ise 70 bin yaşında.
Şimdi, diğer taraftan da bunlar bu kadar süre içerisinde, doğal döngü içerisinde yaşamlarını sürdürmüşler ama insanlık kapitalizmi oluşturmuş ve bundan üç yüz yıl önce 1700’lerde buharın keşfedilmesi ve büyük makinelerde, gemilerde kullanılmasına başlanılmasıyla birlikte bu küresel kapitalizm oluşmaya başlamış. Buradan kaynaklı, bakıyorsunuz, beş milyar yıl boyunca kendi döngüsü içerisinde giden Dünya bir anda insan gezegenine dönüşmüş. Şu anda hangi canlının ne kadar yaşayacağına insanlar karar veriyor. Bakıyorsunuz, işte, aslanlar, kaplanlar, zürafalar her biri birer koruma alanlarında, sayıları belli, o sayılar içerisinde yaşıyor ve bunu bütünüyle insanlar oluşturuyor yani bu hâle gelmiş durumda. Yani, kapitalizmin küreselleşmesi ve vahşi bir şekilde dünyaya müdahale etmesi bu sonucu doğurmuştur. Dolayısıyla, bütün bu sonuçlar insanın bu noktadaki durumunu değerlendirmeyi ön planda tutmamızı gerektiriyor.
Tabii, bu konuyla ilgili son olarak şunları ifade etmek isterim: Salgın döneminde bir iklim kriziyle karşı karşıya… Yani, iklim krizi ve salgını birlikte yaşadığımız süreçte, baktığımız zaman salgına iklim krizinin de etkilerini ciddi bir şekilde görmüş olduk. Bu coronavirüs salgınının çok daha büyük bir şekilde hissedilmesi, çok daha yıkıcı bir şekilde hissedilmesi yine iklim kriziyle doğru orantılıydı. İşte, insanların doğal yollarla beslenememesi yani doğal ürünlerle, doğal beslenememesi ve bu maddeler üzerindeki genetiğiyle oynanmış yiyecekler, insanın bünyesindeki bağışıklık sistemini çökerten nedenlere yol açıyor. Bunu da bilmemiz gerekiyor.
Şimdi, bu hava kirliliği ve fosil yakıt örneğiyle ilgili bir tane örnek vereceğim. Şimdi, bu tablolar açıklanırken, coronavirüsle ilgili tablolar açıklanırken ya da yasaklar yapılırken hep şöyle deniyordu: “Şu kadar büyükşehir artı Zonguldak.” hatırlayın, “Şu kadar büyükşehir ve Zonguldak.” Niye “… ve Zonguldak.”? Çünkü Zonguldak’ta hava kirliliği hat safhada, oradaki fosil yakıtlar, yani maden çıkarılması nedeniyle Zonguldak’taki insanlar bu salgına çok daha az dayanabildiler ve çok daha fazla Zonguldak’ta yaşayan insanlar bundan etkilendiler. Bütün yaşamımızın her alanını etkileyen bir süreci görmüş olduk, bu nedenle araştırma önergesinin bu konular da dikkate alınarak yapılması gerekiyor.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)