KonuşmalarTBMM Faaliyetleri

Enerji politikaları doğayı değil, insanı; vatandaşı değil, şirketleri önceliyor!

 

 

HDP İstanbul Milletvekili Ali KENANOĞLU, 11 Kasım 2020 tarihinde 2020 yılı Plan ve Bitçe Komisyonu görüşmeleri sırasında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Bütçesi üzerine konuşma yaptı. Kenanoğlu, konuşmasında enerji politikalarının insan ve şirket merkezli oluşturulduğu için doğa tahribatlarının yaşandığına dikkat çekerek enerji politikalarının insan merkezli değil doğa merkezli, şirketlerin ihtiyaçlarına göre değil vatandaşların ihtiyaçlarına göre oluşturulması gerektiğini ifade etti. Öte yandan Kenanoğlu, kayıp kaçak kullanımlarının kayıp ve kaçak olarak ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiğini ve asıl sorumluluğun da vatandaşlara değil şirketlere yüklenmesi gerektiğini belirtti. Son olarak ise Kenanoğlu, Türkiye’nin birçok yerinde ilan edilen maden sahalarının yarattığı ve yaratacağı sorunları dile getirerek  sözlerini tamamladı.


11.11.2020 tarihli PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU

ALİ KENANOĞLU (İstanbul)  – Sayın Başkan, sayın hazırun, Sayın Bakan ve hazırunda bulunan bütün arkadaşları saygıyla selamlıyorum.

Yeni görevinizde de başarılar diliyorum.

Şimdi, Türkiye’nin enerji politikası ve enerji konusu üzerinde birkaç başlıkta konuyu ele alacağım. Öncelikle, şunu söylememiz gerekiyor: Enerji politikalarının insan merkezli ve şirket merkezli olmaması gerekir. Enerji politikaları maalesef bizde doğayı değil, insanı merkeze koyan, vatandaşı değil, şirketleri önceleyen bir noktadan ele alınıyor.

Şimdi, hepimiz bu doğanın bir parçasıyız. İnsan, doğanın üstünde bir varlık değil, tamamı bu doğada yaşayan ve o ekosistem içerisindeki bir yere sahip. Dolayısıyla enerji politikalarını insan merkezli oluşturduğunuz zaman doğayı tahrip etmekte hiçbir beis görmeyiz.

Yine, aynı şekilde, ülkeyi şirket gibi yöneten bir anlayış tabii ki enerji politikalarını da şirket bazlı düşünmekte ve bu anlamıyla vatandaşı önceleyen değil, şirketi ve şirketlerin çıkarlarını önceleyen bir noktadan meseleye bakmakta ve enerji politikalarını da bu şekilde oluşturmaktadır.

Şimdi, bu kapsamda birkaç başlık üzerine değineceğim. Yani şu anda örneğin, Türkiye’nin gerçekten gerektiği kadar elektrik üretiyor mu; elektriğe, enerjiye ihtiyacı var mı? Ya da enerji fazlası var da yine şirketlerin çıkarları doğrultusunda bu enerjiyi sağlamaya devam mı ediyor? Buradaki verilere baktığımız zaman, Türkiye’nin aslında şu anda enerji ihtiyacının fazlası var. Tabii, daha önce bakanlıklardan yapılan açıklamada ya da Maliye Bakanlığının yapmış olduğu açıklamalarda “Türkiye’nin şu kadar büyüyeceği” şeklinde birtakım oranlar veriliyordu ve 2023 hedefi konuluyor. Bu hedef çerçevesinde de enerji ihtiyacının çok daha fazla artacağı ifade ediliyordu ancak bütün o verilerin de gerçek olmadığını, Türkiye’nin hedeflenen büyümeye ulaşmadığını ve dolayısıyla da o kadar enerjiye de ihtiyacı olmayacağını o verilerden çok net bir şekilde gördük.

Şimdi, diğer taraftan Yenilenebilir Enerji Kaynakları Destekleme Mekanizması (YEKDEM) kapsamında büyük güçte pek çok hidroelektrik santrali ve rüzgar enerji santrali mevcut. Büyük güçteki bu tesisler, YEKDEM maliyetlerini artırmakta ve YEKDEM maliyetleri de elektrik tarifelerine doğrudan etki etmektedir. Dolayısıyla YEKDEM, elektrik tarifeleri üzerinden büyük kapasiteli HES ve RES’lere mali kaynak aktarma mekanizması hâline dönüşmüştür. Bu HES’lerin ve JES’lerin üzerinde yürütülen politikalar artık bunların yenilenebilir enerji, doğaya zarar vermeyen enerji olduğu yönündeki tartışmaları da artırmıştır. Aslında, baktığınız zaman doğaya zarar vermeyen bir enerji sistemi de yoktur. Bütünüyle mesele bu enerji sistemlerini çıkarırken ya da bu enerjiyi oluştururken nasıl baktığınız ve hangi politikalar üzerinden yürüttüğünüzdür.

Şimdi, Elektrik Üretim Dağıtım ve Tedarik Şirketinin yaptığı elektrik enerjisi toptan satış birim fiyatlarında, 2020’nin başından bu yana yüzde 62 oranında indirim yaparak 1 Temmuzdan itibaren 13,20 kilovatsaat bedelini belirledi. Elektrik Üretim AŞ’nin toptan satış tarifesi, Ekim-Aralık 2019 döneminde 34,86 kuruş iken Ocak 2020’de 27,56 kuruş, Nisan 2020’de 22,83 kuruşa indirildi. 1 Temmuz 2020’den itibaren de 13,20 kuruş olarak belirlendi. Peki, bu indirimler tüketiciye yansıdı mı, mesele burada. İşte hani, diyoruz ya “Vatandaşı değil, şirketleri önceleyen bir enerji politikası oluşturuluyor.” Sonuç olarak 2020’nin başından bu yana tarifede yapılan indirim oranı yüzde 62’ye ulaşmış. Bu indirimler Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu kararıyla tüketiciye yansıtılmamıştır. Dağıtım şirketlerinin içinde bulunduğu ekonomik krize çözüm bu yöntemle bulunmuş ve onlara aktarılmıştır. Elektrik Üretim AŞ’nin satışını yaptığı elektrik bedelleri indirilirken dağıtım şirketlerine kâr transferleri sağlanmıştır bu yolla.

Şimdi, bu anlamıyla abone gruplarına yönelik yani vatandaşın kullandığı elektriğe yönelik birtakım öneriler söylemek gerekir: Dağıtım şirketlerinin sorumluluğunda olan kayıp kaçak tüketimlerinin ve sayaç okuma giderlerinin faturalara yansıtılmaması. Bu kayıp kaçak meselesine ayrıca değineceğim çünkü ben aynı zamanda, Enerji Bakanlığının da içinde yer aldığı Komisyondayım; bu, Komisyonda tartışılan bir konuydu hatta bir polemik konusu da olmuştu Sayın Başkanla; onun üzerine de bu konuya ayrıca değineceğimi ifade etmek isterim.

Şimdi, burada, TRT payının sanayi abone gruplarında olduğu gibi tüm abone gruplarından kaldırılması gerekmektedir. Belediye tüketim vergisinin sanayi abonelerinde olduğu gibi tüm abone gruplarında yüzde 1 olarak uygulanması gerekir. KDV oranının mesken abone gruplarından kaldırılması diğer abone gruplarında da makul bir seviyeye düşürülmesi gerekmektedir. Şimdi, şu anda hane halkı en çok, elektrik faturası, doğal gaz faturası gibi faturalardan ciddi bir şekilde etkileniyor. Eskiden bu faturalar -evimizin temel faturaları diye nitelendirdiğimiz elektrik, doğal gaz, telefon ve benzeri gibi faturalar- insan hayatını, aile ekonomisini çok ciddi etkilemiyordu ancak şu anda gelinen noktada artık insanlar bu faturaları ödeyemez hâle geldiler; elektrik fiyatları son üç yılda yüzde 82 zamlanıyor. Şimdi, bu bir taraftan, enerjide, elektrik üretiminde övgü dolu sözler ifade edilirken, indirimler yapılırken bunun vatandaşa da yansımadığını görüyoruz.

Geçtiğimiz haftalarda, Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonunda görüşülerek kabul edilen bir kanun teklifi var ve 8 önemli kanunda değişiklik içeriyor bu. Bu 8 önemli kanunda yapılan değişiklikler enerji piyasasının yeniden düzenlenmesine yönelik değişiklikler olarak da ifade ediliyor ve burada yenilenebilir enerjinin nasıl suistimal edildiğini de çok net bir şekilde gördük. Geçmişteki düzenlemelerde önce HES’ler ve sonra JES’ler, şimdi bu kanun teklifiyle birlikte BES’lerin yani biyokütle olmayan BES’lerin önünün açılacağı öngörülüyor. Yani bu kanun teklifi Genel Kurula gelip kabul edildiği takdirde biyokütlesi olmayan BES’lerin de önü açılacak ve bunlar YEKDEM kapsamında birtakım muafiyetlerden ve teşviklerden yararlanacaklar ki bunların başında da -kamuoyunda en çok tartışılan konu- atık lastiklerin yakılmasından elde edilen biyokütlenin YEKDEM’e konu olması. Bu konun uzmanları, atık lastiklerin geri dönüşümünün bu anlamıyla YEKDEM kapsamında olmayacağını; tam tersine, birçok yerde de bunların zararlar verdiğini ifade ediyorlar.

Kamu kurumları raporlarından hazırlanan tabloya göre HES’ler, YEKDEM’den faydalanarak enerjide çeşitleme amacına aykırı olarak tekelleşmiş, her 10 santralin 6’sı, her 10 birim kapasitenin 6’sı, her 10 birim üretimin 5’i HES’lere gitmiştir. Büyük ölçekli rüzgâr projeleri desteklenerek YEKDEM’in bir destekleme mekanizması yerine imtiyaz mekanizmasına dönüşmesi sağlanmıştır. Bu durum, YEKDEM üretimindeki dörtte 1 payla görünmektedir.

JES’lerdeki artıştan ve sorumsuz üretim yapılmasında YEKDEM’in rolü açıkça görülmektedir.

2016’da araba lastiğinin, endüstriyel çamurun biyokütle tanımına dâhil edilmesiyle 2016’dan sonra BES’lerde patlama olmuş, 2016’da 42 olan sayı 126’ya çıkmıştır. Yapılacak bu yeni değişiklikle suistimalin patlayacağı ortadadır. 2019 yılında YEKDEM’den 25 milyar liralık teşvik ödendiği Bakan Yardımcısı Abdullah Tanca’nın ifadelerine yansımıştı. Dağıtım şirketlerine aktarılan bu payları da eklediğimizde bu kanun teklifinin 44 milyon aboneye 50 milyon liradan fazla zarar getireceği ve doğa tahribatını artıracağı ortadadır. Şimdi, bu anlamıyla, 2020 yılının son çeyreğine ait olmak üzere EPDK tarafından onaylanan ve 1 Ekim 2020 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan elektrik tarifeleri, üreticileri yüzde 5,75 zamlı olarak uygulanmak üzere yürürlüğe girmiştir. Elektrik Üretim AŞ toptan satış fiyatlarında artış söz konusu olduğunda tüketiciye zamlı olarak yansıyan tarifeler, indirimler söz konusu olduğunda nedense hiç etkilenmiyor. Yani Elektrik Üretim AŞ toptan satış fiyatlarında yapılan indirimler, salgın hastalık dönemi de dâhil olmak üzere hiçbir şekilde tüketici faturalarına yansıtılmamıştır, sadece şirketlere kaynak aktarmanın yolu olarak kullanılmıştır.

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkan Erdoğan, Karadeniz’de 320 milyar metreküplük doğal gaz rezervinin bulunduğunu duyurdu. Bu haber bir müjde olarak aktarıldı ve Türkiye, Karadeniz açıklarında 320 milyar metreküplük doğal gaz rezervini keşfettiğini söyledi. Peki, bu keşif AKP iktidarının kaçıncı enerji keşfiydi? Yerli otomobil ve uçak haberleri hangi dönemlerde servis ediliyor? Daha önce ilan edilen keşifleri, üretim müjdelerini bu konuda sıralamak gerekiyor. “Karadeniz’de doğal gaz bulundu.” 2004 yılı. “1 milyon metreküp doğal gaz için 300 milyon dolarlık yatırım.” 2006 yılı. “Karadeniz’de bu sefer petrol bulundu.” 2007 yılı. “Sakarya’da doğal gaz bulundu.” 2009 yılı. “Tekirdağ’da 20 milyon metreküp doğal gaz bulundu.” 2019 yılı. Türkiye’de doğal gaz ve petrol aramalarına dair AKP iktidarı döneminde tam 30 kere müjdeli haber verilmiş.

SALİH CORA (Trabzon) – Şimdi ne kadar bulundu?

ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – AKP iktidarının son müjdesi ise bu anlamıyla sadece şudur: Ekmek askıda ya hani, ekmeği askıya koydunuz ya; şimdi, fakirin umududur ekmek, böyle de bir atasözü var.

SALİH CORA (Trabzon) – En büyük rezerv bulundu, çıkarmaya değer bir doğal gaz bulundu.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ – Arkadaşlar, karşılıklı konuşmuyoruz.

ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Dolayısıyla, siz, şu anda fakirin ekmeğini de, umudunu da askıya asmış durumdasınız.

AYŞE KEŞİR (Düzce) – Sizi niye rahatsız ediyor bu?

BAŞKAN CEVDET YILMAZ – Arkadaşlar, karşılıklı konuşmayalım lütfen.

ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Bunların gerçeklik payı olmadığını hepiniz biliyorsunuz, siz de biliyorsunuz. Ve bugüne kadar ki bütün veriler de bunların gerçek olmadığını göstermiştir.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ – Değerli arkadaşlar, karşılıklı konuşmayalım lütfen.

ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Ancak siz, bütün ekmeği askıya koyduğunuz gibi, fakirin ekmeğini askıya koyduğunuz gibi umudunu da böyle askıda tutuyorsunuz, bu şekilde siyaset yürütüyorsunuz.

EKREM ÇELEBİ (Ağrı) – İnsanların umudunun gereği diye yapıyoruz.

ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Şu anda çıkın piyasalara, gereğini yapıp yapmadığınızı istifa eden Ekonomi Bakanınıza sorun, gereğini yapıp yapmamış mı o size anlatır.

Türkiye, 2019 yılında 120 kuyuda 233 bin metre sondaj yaptı. Bu kadar sondaja rağmen böylesi bir rezervi bulamayıp, Fatih gemisinin üç haftada sondajı yapıp testleri tamamlamasını bekledi, yani böyle bir haberle karşımıza çıktı. Ayrıca Türkiye’de yılda sadece 405 milyon metreküp gaz çıkartılıyor. Bu üretim, tüketimin yüzde 1’i bile değil. Mevcut rezervi ise 3 milyar metreküp civarı. Tek bir sondajla her şeyin değişmesini bekliyorlar, halka böyle bir umut vadediyorlar ama daha önemlisi ortada 70 milyar metreküpten fazla gaz alım anlaşmasına sahip ve 50 milyar metreküpü aşmayan tüketim gerçeği… Yani elde fazladan 20 milyar metreküp alım sözleşmesi duruyor.

Değerli arkadaşlar, bir taraftan bu, kayıp kaçak meselesiyle ilgili söylemiştim bir tartışma konusu diye. Şimdi, bununla ilgili birkaç şey aktarmak istiyorum. EPDK, ülkemizin 2019 yılında toplamda faturalanan tüketim miktarını yani elektrik tüketim miktarını 229 milyon 597 bin 913,65 olarak açıklıyor. EPDK verilerine göre ülkemizin genelinde üretimdeki kayıp miktarı 21 milyon 885 bin 443,05 olup yüzdelik oran olarak da yüzde 10,49’a denk geliyor. Yani bu şu demek: Yani bizim yüzde 10,49 kayıp kaçak elektrik miktarımız var. Şimdi, bu kayıp kaçak elektrik miktarını bir kayıp, iki kaçak olarak değerlendirmemiz gerekiyor. Yani bunların hepsi sanki kamuoyunda kaçakmış gibi algılanıyor, bunu açıklamak gerekiyor. Şimdi, buradaki kayıp meselesi nedir? Kayıp meselesi, elektriğin tüketiciye ulaşacağı safhada, yolda geçirdiği kayıplardır. Yani aslında vatandaştan kaynaklı bir şey değildir bu, vatandaşın suistimali de değildir. Tamamen dağıtım şirketlerinin bu konudaki yapmış oldukları suistimaller ya da gerekli yatırımları yapmaması ya da teknolojik yenilikleri takip etmemesi üzerine kurulu bir şeydir, kayıp meselesi budur. Biz sorduk Komisyonda “Bunun ne kadarı kayıp, ne kadarı kaçak?” diye; bunu tespit edemediklerini dolayısıyla da kayıp kaçak olarak aktardıklarını söylüyorlar. Yani ben de İstanbul Milletvekiliyim; şöyle bir şeyi hepimiz yaşıyoruz, batı yakasında şöyle bir algı var arkadaşlar: “Ya, biz bu Kürtler yüzünden fazla elektrik faturası ödüyoruz.” Böyle bir şey halk içerisinde konuşuluyor, bunu hepimiz biliyoruz.

İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) – Kim diyor?

ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Yok, yok vatandaşın algısını söylüyoruz.

İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) – Sen söylüyorsun.

ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Evet, duyuyoruz, vatandaşın algısı… Batı yakasının herhangi bir coğrafyasına gidin, oraların tamamında bu sözü duyarsın.

İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) – İftira ediyorsun.

ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Bunun nasıl bir iftira olduğunu ben anlatacağım size şimdi. Nasıl iftira olduğunu anlatacağım. Şimdi, yüzdelik oran olarak ülkemizde üretilen elektrik enerjisinin yüzde 8,31’i Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde kullanılıyor, yani yüzde 8,31 bu bölgelerde kullanılıyor. Yani burada 8,31 olarak görülen kayıp oranı, toplamda kullandıkları elektrik enerjisinin yüzde 32,42’sine denk geliyor. Yani burada Türkiye’deki tüm kayıp kaçağın, yüzde 32,42’si Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki Elektrik dağıtım şirketlerine ait. Bu, yüzde 32,42 oranının tamamının kaçak olduğunu kabul etsek bile -ki bunun büyük bir oranı kaçak değildir kayıptır, yani elektrik dağıtım şirketlerinden kaynaklıdır- kayıp oranı ülke enerjisinin tamamının yüzde 2,69’una denk geliyor. Bu oranın tamamının faturalara yansıtılması hâlinde, 100 liralık bir faturaya etkisi 2,76 lira oluyor. Yani buradan, 2,76 liralık faturadan kayıp kısmını çıktığımız zaman, bunun kaçak kısmının faturalara yansıması 1 liranın bile altında oluyor. Şimdi, gerçek bu, iftira bu. Buradan şunu ifade etmek gerekiyor: Çoğunlukla ve büyük oranda, bu dağıtım şirketlerinin yani sadece fatura kesen şirketlerin görevlerini yerine getirmemesi, buradaki elektrik dağıtım hatlarındaki düzenlemeleri yapmaması, buralardaki teknolojik gelişimleri takip etmemesinden kaynaklı böyle bir algıya yol açıyor.

Zamanım daraldığı için maden meselesine geçmek istiyorum acil, hemen. Şimdi, bu maden meselesinde şunu söylüyoruz: Siz şirketlere göre siyaset belirliyorsunuz, şirketlere göre enerji politikaları belirliyorsunuz ve şirketlere göre de madencilik yapıyorsunuz. Şimdi, bu madenler meselesinde şu anda Bakanlıkta -Sayın Bakana da burada soruyorum- bir maden kanunu çalışıldığı söyleniyor. Bize gelen bilgilere, çoğu zaman da Komisyon üyesi arkadaşlardan da edindiğimiz bilgilere göre “Bakanlıkta bir maden kanunun çalışılıyor.” deniliyor. Her yıl neredeyse maden kanunu çalışması yapılıyor, her yıl madenlerde çeşitli düzenlemeler yapılıyor. Ancak Türkiye’nin birçok sahası maden sahası olarak ilan edilmiş durumda, önemli ölçüde.

Ben size şimdi, çok tartışılan Kaz Dağları’ndan bir harita göstermek istiyorum. Şimdi bu haritada sadece şu görmüş olduğunuz beyaz alanlar hariç, o beyaz alanlar hariç haritanın tamamı, yani Kaz Dağları’nın tamamı maden sahası ilan edilmiş durumda; kiminde aktif çalışma var, kimi ruhsatlandırılmış, kimisinin etütleri yapılmış, raporları bekliyor filan. Yani Kaz Dağları’nın tamamı talan edilmek üzere planlanmış, hesaplanmış durumda. Ve bu anlamıyla, sadece orada değil, örneğin Muğla da öyle. Ve Türkiye’nin birçok bölgesinde, birçok yerinde aynı şekilde. Karadeniz Bölgesi’nde bunları biliyoruz, Mardin’de, Diyarbakır’da, bütün bu bölgedeki dağların tamamının bu maden sahalarına dönüştürüldüğünü biliyoruz. Bu anlamıyla, buradaki bakış açısı tamamen şirket odaklı ve yerin altında ne kadar maden varsa ne kadar altın varsa tamamının çıkartılmasına yönelik bir politika izleniyor. Yani ormanlar talan edilmiş, sit alanları talan edilmiş bunların hiçbir önemi yok.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ – Sayın Kenanoğlu, affedersiniz, süreniz tamamlanmıştır. Toparlamak için iki dakika ek süre veriyorum.

Buyurun.

ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Teşekkür ederim.

Şimdi bir örnek tekrar etmek istiyorum; Nevali Çori. Burası Urfa Hilvan’da sular altında kalan bir yer, baraj suları altında kalan bir yer Hasankeyf’le birlikte ve buranın tarihi Göbeklitepe’nin tarihinden eski arkadaşlar. Yani Göbeklitepe’nin tarihinin on bir bin beş yüz, on iki bin yıllık olduğu söyleniyor. Kimi bilim insanları bunun aşağı yukarı Göbeklitepe’yle aynı olduğunu, kimi bilim insanları da yerleşim yeri olarak Göbeklitepe’den daha eski olduğunu söylüyorlar ancak burası şu anda sular altında. Şimdi böyle bir durum var ve Hasankeyf yine aynı şekilde yapılıyor. Yani doğaya zarar veren, kültüre zarar veren, tarihe zarar veren bir enerji politikası uygulanıyor. On binlerce yıllık, on bin yıllık, on iki bin yıllık bu kültürlerin tamamı bu toprakların ortak değerleridir, bu coğrafyanın ortak değerleridir. Bütün bunların sonlandırılması gerekir.

Belki pozitif ayrımcılık yaparak kendi memleketimden konuşmak istiyorum, Tokat’tan. Ben Tokatlıyım. Şimdi Tokat’ın Erbaa ilçesinde Sakarat ve Boğalı yaylaları var. Şimdi, bütün köyleri, 26 köyü etkiliyor burası. Altın araması için burada faaliyete başlanacak, altın aramasıyla ilgili, altın çıkartmayla ilgili. Erbaa ilçesinin içme suyunu da etkiliyor bu Sakarat ve Boğalı yaylaları ve şu anda köylüler isyanda. Burada iktidar ortağı, çok değerli hemşehrilerim vekiller de bu konuda itirazlarını dile getirdiler ve bu projenin durdurulmasını istiyoruz çünkü bu proje 26 köyü, yaylalarını ve sulama alanlarını ortadan kaldıracak ve insanların oradaki yaşamlarını sürdürme imkânlarını ortadan kaldıracaktır.

Tokat Erbaa yaylaları yeşil kalsın, doğal kalsın ve orada canlılar ve bütün doğa, ekosistemi içerisinde yaşamaya devam etsin diyoruz. Şirketleri koruyan kollayan politikalara son verilsin.

Teşekkür ediyorum.


11.11.2020 tarihli PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU

ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Sayın Bakan, elektrik dağıtım şirketlerinin, Elektrik Piyasası Tüketici Hizmetleri Yönetmeliği kapsamında internet sitelerinde yayımladıkları elektrik tüketimine ilişkin veriler ile kuruma bildirilen veriler arasında neden fark bulunmaktadır? İnternet kayıtları ile kuruma bildirilen veriler arasında fark bulunan 15 dağıtım şirketine uyarıda bulunulmuş mudur ya da bunlarla ilgili ne tür yaptırımlar uygulanıyor?

Ayrıca, Sayıştay raporlarında Bakanlığınıza 171 şirketten 37’sinin fon ödemesi yapmadığı söyleniyor. Bunu nasıl açıklıyorsunuz?

Şimdilik bunları sormak istiyorum.

Teşekkürler.

 

akenanoglu

alikenanoglu.net
Başa dön tuşu