Muhalefet Şerhleri

HDP’li vekiller Kenanoğlu, Işık ve Öcalan’dan ekonomi ve enerjiye ilişkin düzenlemeler içeren torba yasa teklifine muhalefet şerhi

Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul Milletvekili Ali KENANOĞLU, HDP Van Milletvekili Muazzez ORHAN IŞIK ve HDP Şanlıurfa Milletvekili Ömer ÖCALAN, 2/4780 esas numaralı “Elektrik Piyasası Kanunu İle Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”ne muhalefet şerhi sundu. Usule ilişkin değerlendirmelerin 14 maddelik yasa teklifinin 10 ayrı kanunda değişiklik içerdiğini belirten HDP’li vekiller, iktidarının yasa yapım süreçlerindeki antidemokratik tutumunu eleştirdiler. Yargı tarafından daha önce iptal edilmiş madde önerileri ve “korsan önergeler” ile kamu yararının hiçe sayıldığını ifade eden HDP’li vekiller, torba yasa teklifinin Anayasa’ya aykırılıklarına dikkat çekerek limanlar, OHAL komisyonu ve kamu sendikalarıyla ilgili maddelerin geri çekilmesi gerektiğini aktardılar.

Muhalefet şerhi metni aşağıda yer almaktadır.


2/4780 esas numaralı “Elektrik Piyasası Kanunu İle Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”ne ilişkin Muhalefet Şerhimiz

 

  • Usule ilişkin değerlendirme

Getirilen bu teklif ile; 3213 sayılı Maden Kanunu, 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun, 4646 sayılı Doğal Gaz Piyasası Kanunu, 4857 sayılı İş Kanunu, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu, 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu, 7075 sayılı kısa adıyla OHAL Kanunu, Kamu Sendikaları ile ilgili 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname, TEDAŞ ile ilgili geçici madde ve 15 Aralık Çarşamba günü saat 11.00’de başlayıp 16 Aralık Perşembe sabahı saat 04.30’a kadar devam eden komisyona gece yarısından sonra getirilen, 2022 bütçesine 200 Milyar TL.’lik borçlanma yetkisi de veren 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun ile birlikte, Sanayi komisyonu dışında, Anayasa, Adalet, Plan Bütçe, Çevre, Sağlık, Aile ve Çalışma Komisyonu gibi ihtisas komisyonlarını ilgilendiren, hem bu komisyonla hem de birbirleriyle hiçbir bağı bulunmayan maddeleri de içeren, yürütme maddesi de dahil 14 madde içerisinde 10 değişik kanunda düzenleme yapılması öngörülmektedir.

Ancak, bu şekilde torba kanun yapma tekniğinin demokratik işleyişle ilgisi olmadığını daha önceki uygulamalarınızda da dile getirdiğimiz gibi bir kez daha ifade etmekten imtina etmeyeceğiz. Kanunların komisyon sürecine gelmeden toplumun ilgili kesimlerinin temsilcileri olan odalar, sendikalar, dernekler veya demokratik kitle örgütlerinin görüşleri alınarak yapılması gerekliliğini bir kez daha vurgulamak gerekiyor. “Torba yasa” ve “Korsan Önerge” yöntemleri ile yasa yapma teamülleri ve tekniklerinin ihlal edildiği bu süreçte kamu zararına yol açan uygulamalara yasal bir kılıf uydurulmaktadır. Torba yasa bir hukuk terimi veya yasa yapma yöntemi olamaz.

Kanun tekliflerinin istişareyle yapılmasını engelleyen AKP-MHP ittifakı modern demokrasilerin ve hukuk devletlerinin en temel hakkı olan yasa yapma hakkını ortadan kaldırmaktadır. Yasa yapma hakkının zayıflatılması, halk egemenliğine yönelik en büyük darbelerden biridir. Çünkü halkın cebinden toplanan vergilerin nerelere harcanacağı ve demokratik-hukuk devletinin nasıl işleyeceğine işaret eden en önemli ilkelerden biri yasa yapma hakkıdır. Dünyadaki tüm demokratik hukuk devletlerinde yasa yapma devlet-toplum-vatandaş mutabakatının temelidir.

“Elektrik Piyasası Kanunu İle Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”nin, hafta sonu ve Bütçe görüşmelerine denk gelen yılın son günlerinde alelacele Komisyon üyelerine gönderilmesi ve iki güne sarken kesintisiz 17-18 saat çalışılarak Genel Kurula sevk edilmesine kadar geçen her bir aşaması demokratik hukuk devleti ilkelerinin ayaklar altına alındığını göstermektedir.

Bu kanun teklifi vesilesiyle bir kez daha belirtmek gerekir ki, AKP iktidarının yasa yapım süreçlerinde geliştirdiği bakış açısı ve takındığı tutum antidemokratiktir. Çoğunlukçu bir anlayışla çoğulculuğun reddedildiği, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçişle birlikte TBMM’nin bütünüyle by-pass edilmek istendiği bir süreci yaşıyoruz. Meclis’in adeta bir noter makamı olarak görülmesi her şeyden önce millet iradesine hakarettir. Muhalefetin uyarılarını yok sayan, önerilerini dikkate almayan demokratik anlayıştan uzak bir iktidar anlayışı ile karşı karşıyayız.

Diğer taraftan, daha önceleri de kamuoyunda büyük tartışmalara neden olan ve Anayasa Mahkemesi ve yargı kararları ile iptal edilen, zeytinlik alanların maden sahalarına açılmasına, limanların sözleşme sürelerinin 49 yıla uzatılmasına ve kamu sendikaları üyelerine % 2 barajı getirilerek farklı ikramiye almalarına sebep olan ve son anda bütçeye 200 Milyar TL.’lik borçlanma yetkisi tanınan böylesine hayati meseleleri ve tarafları ilgilendiren bir teklifin yine apar topar bu komisyona getirilmesi ve toplumun ilgili kesimlerinin tüm itirazlarına, muhalefetin uyarılarına ve yargı kararlarına rağmen otoriter anlayışın ve baskıcı rejimin inatla sermayedarların, yandaşların, iktidar yanlısı sarı sendikaların önünü açan bir anlayışta ısrar ettiğini bizlere göstermektedir.

 

  • Genel değerlendirme
  • Anayasa’ya aykırılıkta ısrar!…

Anayasa ve TBMM İçtüzüğüne, Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve diğer mahkeme kararlarına karşı getirilen bu torba yasa açıkça kamu zararı ve hukuksuzluk içeren maddelerle doldurulmuştur.

Zeytinlik alanların madencilik alanlarına açılmasına olanak tanıyan yönetmeliğin Danıştay tarafından iptal edilmesi bir yana böyle bir düzenleme yapılması aynı zamanda, Anayasanın tarımsal alanların amaç dışı kullanımını engelleyen 45. maddesine, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkının ihlaline ilişkin 56. maddesine ve Anayasanın 138. maddesi ile düzenlenen mahkeme kararlarının bağlayıcılığı hükmüne açıkça aykırılık teşkil etiğini de ayıca belirtmek gerekmektedir.

Bütün bunlara rağmen nihayetinde zeytinlik alanların maden sahalarına açılmasını öngören bu maddenin teklif metninden çıkarılmasını olumlu bir yaklaşım olarak görmekle birlikte, iktidarın doğa karşıtı eko-kırım politikalarında bu kadar ısrar etmesi ve her seferinde rant amaçlı bu teklifi sunmasına karşı kamuoyunu dinamik tutmak gereklidir. AKP iktidarı bu kapsamda birçok saldırıyı erteleyip yeniden gündeme taşıma girişiminde bulunmuştur.

Diğer taraftan, Türkiye Denizcilik İşletmeleri A.Ş. ve T.C. Devlet Demir Yolları İşletmesi Genel Müdürlüğüne ait bazı limanların sözleşme sürelerinin ihalesiz 49 yıllığına uzatılmasını öngören ve yine Anayasa Mahkemesince 20/07/2022 tarihinde iptal edilen bir konunun aynı şekilde teklif maddesine konulması, AKP iktidarının AYM’nin iptal kararını tanımaması, özelleştirilen limanlar için şirketlere yeni haklar tanıma ısrarından vazgeçmemesi anlamına gelmektedir.

Limanların işletme sürelerinin 49 yıla kadar uzatılması ile ilgili kanun teklifi en son 05/01/2021 tarihinde TBMM Genel kurulundan geçerek yasallaşmış, Anayasa’ya aykırılık teşkil etmesi nedeniyle iptali için AYM’ne götürülmüş, Anayasa Mahkemesinin 02/08/2022 tarihli ve 31911 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan kararında; “… mevcut özelleştirme sözleşmesinin tarafları dışında ihaleye katılma imkânının engellenmesinin, serbest rekabet ve eşitlik ilkeleriyle bağdaşmadığına ve limanların gerçek özelleştirme değerlerine ulaşılmasını engelleyebileceği …” yönünde görüş bildirerek oy birliğe ile maddeyi iptal etmiştir.

Ayrıca, Anayasa Mahkemesi iptal talebini görüşürken, Anayasanın 153. maddesi ile ilgili hüküm kurarken, “Yasakoyucu, yasa düzenlemelerinde hukuk ve Anayasa’nın üstün kurallarına bağlıdır. Buna göre Anayasa’ya aykırı bulunan kuralların yeniden yasallaştırılmaması gerekir. Anayasa’ya aykırılığı Anayasa Mahkemesince saptanmış kuralların aynı amaç doğrultusunda yeniden yasallaştırılması, kararı etkisiz duruma getirmek anlamına gelir” demiştir. 

Tekrar belirtmek gerekir ki; bu teklif maddesince hem Anayasa Mahkemesinin iptal gerekçeleri olan; Anayasa’nın, Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun hareket etmek zorunda olduğuna ilişkin 10. Maddesinin, temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceğine ilişkin 13. maddesinin  ve devletin, özel teşebbüslerin milli ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri alacağına ilişkin 48. maddelerinin açıkça ihlal edildiği ve hem de yine Anayasanın 138/son maddesinde belirtilen mahkeme kararlarının yasama organını bağladığı hükmüne ve 153/son maddesinde belirtilen AYM kararlarının bağlayıcılığı hükmüne açıkça aykırılık oluşturduğu sarihtir. Açıkça hukuka aykırı olduğu mahkeme kararıyla açığa çıkan bu teklifte ısrar edilmesi, rant için hukuksuzlukta ısrar edilmesinden başka bir şey değildir.

Diğer taraftan, Anayasa’nın Sendika kurma hakkı başlıklı 51. Maddesinde belirtilen çalışanların önceden izin almadan sendika kurma ve üye olma, çekilme hakkına sahip olduğu ve hiç kimsenin sendikaya üye olmaya ve olmamaya zorlanamayacağı hükmü, bu teklifle getirilen 11. ve 12. madde hükümlerince açıkça ihlal edilmekte Anayasa ve başta ILO’nun 87 ve 98 sayılı sözleşmeleri olmak üzere uluslararası sözleşmeler ile güvence altına alınmış örgütlenme ve toplu pazarlık hakkının tamamen ortadan kaldırılmasının hedeflendiği açıktır.

’Uluslararası, Anayasal ve yasal düzenlemeler çerçevesinde temel hak ve özgürlükler kapsamında güvence altına alınmış örgütlenme ve toplu pazarlık hakkının temin edilmesini sağlamak’ için yapılması gereken ilk iş sendikal hak ve özgürlüklerin önünü daha da tıkayan değil, açan düzenlemeleri, grev hakkı ile tamamlanmış bir gerçek bir toplu pazarlık sistemini derhal hayata geçirilmelidir. 

  • Zeytinlik alanların maden sahasına açılmasına izin vermeyeceğiz!..

Kamuoyunun baskısı ve muhalefetin itirazları neticesinde teklif metninden çıkarılan Zeytinlik alanların Maden Sahalarına açılmasına imkan tanıyan teklifin ilk maddesi; AKP iktidarı döneminde kanun teklifi yada yönetmelik çıkarma girişimleri ile 10 kez gündeme getirilmiş ve en son çıkarılan “Maden Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik” 1 Mart 2022’de Resmî Gazetede yayınlanmış, ancak, Danıştay 8. Dairesi 13/09/2022 tarihinde “Düzenleme ile zeytinlik alanlarda, zeytinlerin sökülmek ve taşınmak ya da sökme ve taşıma yoluna dahi gidilmeksizin madencilik faaliyeti yürütülmesine imkân tanındığından, sökülen ve taşınan ya da madencilik faaliyeti nedeniyle tahrip olan alanların eski hale getirilmesinin mümkün olmaması sebebiyle Yönetmeliğin uygulanmasının telafisi güç ve imkânsız zararlar doğuracağı açıktır.” diyerek yürütmeyi durdurma kararı vermiştir.

Bütün bu süreçlere rağmen tekrar kanun teklifine konulmak istenen bu madde iktidarın kamuoyunun bütün itirazlarına ve yargı kararlarına rağmen sermaye kesimlerinin talebini önceleyen bir yerde durmakta ısrar ettiğini bizlere bir kez daha göstermiştir.

Bütün bunlara göre nihayetinde zeytinlik alanların maden sahalarına açılmasını öngören bu maddenin teklif metninden çıkarılmasını olumlu bir yaklaşım olarak görmekteyiz. Ancak iktidarın doğa karşıtı eko-kırım politikalarında bu kadar ısrar etmesi ve her seferinde rant amaçlı bu teklifi sunmasına karşı kamuoyunu dinamik tutmak gereklidir. AKP iktidarı bu kapsamda birçok saldırıyı erteleyip yeniden gündeme taşıma girişiminde bulunmuştur.

Ayrıca, söz konusu 1. maddenin geri çekilmesinde iktidar tarafından sergilenen olumlu tutumun ne yazık ki teklifin diğer maddelerinin görüşülmesi esnasında -hem Anayasa Mahkemesince iptal edilen hem de Danıştay tarafından durdurulan kararlara rağmen- görmek mümkün olamamıştır.

  • Kamuya ait olması gereken ancak özelleştirme sonrasında ulusal ve uluslararası sermaye kesimlerine peşkeş çekilen Limaların sözleşme sürelerinin ihalesiz 49 yıla uzatılması kabul edilemez!…

Zeytinliklerle ilgili 1. Maddesinin çıkarılması sonucu teselsül ettirilen yeni haliyle Teklifin 1. madde ile; Türkiye Denizcilik İşletmeleri A.Ş. ve T.C. Devlet Demir Yolları İşletmesi Genel Müdürlüğüne ait bazı limanların sözleşme sürelerinin ihalesiz 49 yıllığına uzatılmasını öngören ve yine Anayasa Mahkemesince 20/07/2022 tarihinde iptal edilen bir konunun aynı şekilde teklif maddesine konulması, AKP iktidarının AYM’nin iptal kararını tanımaması, özelleştirilen limanlar için şirketlere yeni haklar tanıma ısrarından vazgeçmemesi anlamına gelmektedir.

Bilindiği gibi, 26/11/2021 tarihinde bu komisyonda gündeme gelen ve bütün ısrarlarımıza rağmen geri çekilmeyen limanların işletme sürelerinin 49 yıla kadar uzatılması ile ilgili kanun teklifi en son 05/01/2021 tarihinde TBMM Genel kurulundan geçerek yasallaşmış, Anayasa’ya aykırılık teşkil etmesi nedeniyle iptali için AYM’ne götürülmüş, Anayasa Mahkemesinin 02/08/2022 tarihli ve 31911 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan kararında; “… mevcut özelleştirme sözleşmesinin tarafları dışında ihaleye katılma imkânının engellenmesinin, serbest rekabet ve eşitlik ilkeleriyle bağdaşmadığına ve limanların gerçek özelleştirme değerlerine ulaşılmasını engelleyebileceği …” yönünde görüş bildirerek oy birliğe ile maddeyi iptal etmiştir.

Ayrıca, Anayasa Mahkemesi iptal talebini görüşürken, Anayasanın 153. maddesi ile ilgili hüküm kurarken, “Yasakoyucu, yasa düzenlemelerinde hukuk ve Anayasa’nın üstün kurallarına bağlıdır. Buna göre Anayasa’ya aykırı bulunan kuralların yeniden yasallaştırılmaması gerekir. Anayasa’ya aykırılığı Anayasa Mahkemesince saptanmış kuralların aynı amaç doğrultusunda yeniden yasallaştırılması, kararı etkisiz duruma getirmek anlamına gelir” demiştir. 

Buna rağmen, 24/10/2022 tarihinde TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda, AKP’nin “Vergi Usul Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” başlığıyla komisyon görüşmelerine yine aynı şekilde tekrar getirilmiş ve yine daha önce AYM’nin kararıyla iptal edilen bu madde tartışmalar üzerine teklif metninden çıkarılmıştır.

Tekrar belirtmek gerekir ki; bu teklif maddesi hem Anayasa Mahkemesinin iptal gerekçeleri olan 10. 13. ve 48. maddelerini açıkça ihlal etmekte ve hem de yine Anayasanın 138/son maddesinde belirtilen mahkeme kararlarının yasama organını bağladığı hükmüne ve 153/son maddesinde belirtilen AYM kararlarının bağlayıcılığı hükmüne açıkça aykırılık oluşturmaktadır. Açıkça hukuka aykırı olduğu mahkeme kararıyla açığa çıkan bu teklifte ısrar edilmesi, rant için hukuksuzlukta ısrar edilmesinden başka bir şey değildir.

Şimdi yine ve yeniden ısrarla bu madde hiçbir değişiklik olmadan bu teklife eklenmiştir.

Liman işletmelerinde sözleşme sürelerinin uzatılmasına gerekçe olarak gösterilen şirketlerin yatırım yapması, işletmelerin devamlılığı veya verimlilik artışı gibi nedenler inandırıcı olmaktan çok uzaktır.

Söz konusu maddenin yasallaşması halinde, AKP kendisine yakın şirketlere limanları ihalesiz bir şekilde peşkeş çekecektir. Bir kez daha görülmektedir ki AKP iktidarı Türkiye halklarının geleceğini değil, yandaşlarının geleceğini öncelediği açıkça anlaşılmaktadır. Seçimlere çok kısa bir süre kalmışken ve iktidar değişimi olacağı kamuoyunca biliniyorken bu kapsamda bir rant aktarımının yeni bir özelleştirme olduğu bilinmelidir. Bu özelleştirmenin de kişiye/şirkete özel bir özelleştirme olduğu ifade edilmelidir.

AKP, bizden sonrası tufan anlayışıyla yangından mal kaçırır gibi bütün kamu kaynaklarını özelleştirmeler eliyle yandaşlarına aktardığı yetmiyormuş gibi sürelerini de yetersiz görüyormuş ki ülkemizin kaynaklarını ipotek altına almaktan imtina etmemektedir.

Bütün bunlara göre; limanların kesinlikle kamu eliyle işletilmesi gerektiğini ifade ederek, Özelleştirilen Limanların ihalesiz olarak sözleşme sürelerinin 49 yıllığına çıkarılmasını öngören bu maddenin teklif metninden çıkarılmasını söylüyoruz. Limanlar ve işletilmesi kamusal bir politika kapsamında ve kamu eliyle olmalıdır.

  • Gece yarısı getirilen 200 Milyarlık borçlanma yetkisi…

Bu torba yasa komisyona sunulduğunda dahi kamuoyunun, iktidarın komisyon üyelerinin, diğer komisyon üyelerinin ve bütün halkın bilgisinde olmayan “ilave 200 milyar TL borçlanma teklifi” komisyon görüşmelerine gece yarısından sonra sunulmuştur.

Plan ve bütçe komisyonunda görüşülmesi gereken, 2022 yılı bütçesinin harcamaları nedeniyle 200 Milyar TL borçlanma yetkisi tanınan bir maddenin daha teklife eklenmesi önergesi tek kişilik imza ile getirilerek saatler süren tartışmalar neticesinde komisyondan geçirilmiştir.

Bu torba yasanın 3. Maddesine 28/3/2002 tarihli ve 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.”

“GEÇİCİ MADDE 36-5 inci maddede düzenlenen net borç kullanımı tutarı 2022 yılı için, 1/1/2022 tarihinden geçerli olmak üzere, Bakan tarafından artırılan net borç kullanım tutarına iki yüz milyar Türk lirası ilave edilerek uygulanır.” teklifi eklenmiştir.

Bu korsan önerge ile kamu 2022 yılındaki bütçe hakkı ihlallerine bir yenisi eklenmiştir. 2022 yılı başında bütçe yasası ile 279,5 milyar TL borçlanma limiti konulmuştu. Daha sonra kanunun verdiği limite göre yüzde 5 arttırılmış ve Borçlanma 293 Milyar TL’ye yükseltilmişti.

Bu korsan önerge ile bu rakamın da yetmediği ifade edilmiş ve ek 200 Milyar TL borçlanma daha talep edilmiştir. Bu ek borçlanmanın gerçekleşmesi için de 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanuna ek madde konulması gerekiyor. 2022 yılı biterken hazinenin ek bütçeye rağmen net borçlanması 461 Milyar TL olacaktır.

2023’ün ilk üç ayında ödenmesi gereken iç ve dış borç tutarı 185 milyar TL, ilgili bürokratların açıklamalarına göre eğer söz konusu 200 Milyar TL’lik borçlanmayı alınmayıp, 2023’ün ilk üç ayında da ödenmesi gereken 185 Milyar TL’yi ödenirse, piyasayı çok ciddi anlamda bir krize sokma girecektir. Borçlanma gerekçesinin bu şekilde açıklanması mevcut krizli durumun derinleşeceğinin göstergesidir.

Ayrıca iktidarın seçime giderken kamu mali disiplinini bir kenara bırakıp seçim ekonomisi uygulamalarını arttıracağı da bilinmektedir. 2023 Bütçe Teklifinde 4,5 trilyon TL’lik gider; 3,8 trilyon TL’lik gelir, yani 659 milyar TL’lik bir bütçe açığı öngörülüyor. Bu yılki açıksa 461 milyar TL olarak tahmin ediliyor. Ancak bu yılın Ocak- Eylül dönemi bütçe açığının 45,5 milyar TL olduğu dikkate alındığında, iktidar bloku yılın geri kalan son üç ayında 416 milyar TL’lik bir açığı gerçekleştirecek harcamalarda bulunacak demektir. Bir başka anlatımla, iktidar seçim yolunda çok ciddi harcama yapmayı planlamış görünüyor.

Benzer bir durum 2017 yılında yaşanmış ve hükümet bu sorunu yasa dışı yetki kullanımı gerçekleştikten epeyce sonra yasa çıkararak aşmıştı. Bu kez de bu sorunu aşabilmek için hazırlanan madde torba kanuna eklenerek TBMM’ye sevk edilmiş bulunuyor. Buna göre borçlanma limiti 2022 yılı için 493 milyar liraya çıkarılacaktır.

Bu aşamada iki tespit yapabiliriz:

İlk tespit: Konuyu düzenleyen temel yasa olan 4749 Sayılı yasa borçlanmanın bütçe kanunu ile öngörülen limite ulaştığında durmasını öngörüyor. Oysa limite ulaşıldıktan sonra yasal düzenleme olmadığı halde yetkisiz borçlanma devam etmiş bulunuyor.

İkinci Tespit: Borçlanmaya limitin ötesinde devam edilmesi için önce limit artırımı yapan bir yasal düzenleme yapılması sonra limitin aşılması gerekirdi. Bir başka ifadeyle bu konu, demokrasinin temel taşlarından birisi olan ‘bütçe hakkı’ açısından, önceden izin alınarak çözülmesi gereken bir sorundu. Sonradan onay (icazet) alınarak çözümlenmesi parlamentonun onay yetkisinin elinden alınması anlamına geliyor.

İktidar ise sürekli bütçe açığının azalmasından bahsediyor. Eğer bütçe açığı gerçekten azalıyorsa borçlanma limitinin 213,5 milyar lira yükseltilmesinin sebebi nedir?

Kaldı ki kanunen bu borçlanma yetkisi alınmadan, hazine zaten piyasadan ve dışarıdan fazlasıyla borçlanmıştır. Yani şu teklifle “izinsiz ve kanuna aykırı olarak” yapılan borçlanmaya yasal kılıf uydurulmaya çalışılmaktadır. Şimdi bu borçlanma ile o borç ödenecektir. Borç servis oranlarında gittikçe kötüye giden bir durum söz konusudur. Ancak Ek bütçe borçlanmaya izin vermediğinden ve kanunun değişmesi gerektiğinden bu teklif ile borçlanma yapılabilir. Bu bağlamdaki Anayasa Mahkemesi kararı da bu teklif ile aşılmış olacaktır.

Özetle, 2023 yılı bütçesinin tümü üzerine görüşülürken, bu teklif maddesi ile 2022 yılı için borçlanma talep edilmesi, Plan Bütçe komisyonu uhdesinde olan bir konunun, Hazine ve Maliye Bakanı olmadan Sanayi Komisyonunda gece 03.00’te ek madde olarak getirilmesi TBMM’nin bütün yetkinliğinin ortadan kaldırıldığını göstermektedir.

İktidarın torba yasalar tarihindeki ünlü garabetlerden biri olarak tutanaklara geçen bu teklif ülkedeki borçlanma yükünün hangi aşamaya geldiğini de göstermek açısında önemlidir. Bütçe dengesi ve faiz dışı dengenin toplumun aleyhine bozulduğu bu sürecin devam etmesi halinde mali bir krizin bizzat iktidar eliyle derinleştirildiği görülmelidir.

  • Petrol arama işlerinde “gece” 7,5 saatten fazla çalışma yapılmamalıdır…

Teklifin 4. Maddesinde ise, petrol arama işlerinde işçilerin gece 7,5 saatten fazla çalışma yapabilmesinin önü açılmaktadır.

İş kanununda turizm, sağlık ve güvenlik hizmetleri dışında gece 7,5 saatten fazla çalışma yapılmasının yasak olmasına rağmen, çok tehlikeli işler sınıfında yer alan petrol arama işlerinde gece 11 saat çalışılmasını talep etmek, üç vardiya yerine iki vardiya şeklinde çalışmak zorunda kalan işçilerin iş sağlığı ve güvenliği açısından bakıldığında yaşanacak yorgunluklar nedeniyle dikkat eşiğinin düşmesine neden olabileceği bunun da kazaların yaşanma riskini yükseltebileceği gibi, aynı işi daha az işçi çalıştırarak yapabilmesine imkan tanındığından sektörde işçi çıkarımlarına sebep olabileceği değerlendirilmektir.

İSİG Meclisinin 2022 yılının ilk 11 ayı için tespit edebildiği iş cinayeti sayısı 1.658’dir. Türkiye’de her gün 5-6 işçinin “sabah gittiği işten akşam mezara gittiği” bilinmektedir. Mesai saatlerinin arttırılması ve vardiyaların azaltılması işe bağlı ölümlerin artması dışında işyerindeki kazaların ve engelli kalma oranlarının artmasına, mobing uygulamalarına da alan açacaktır. Dünyanın birçok yerinde mesai saatlerinin ve günlerinin kısaltılması yönünde uygulama planları tartışılıp hatta uygulanmaya başlanmışken Türkiye’de tersi yönde bir eğilimde ısrar edilmektedir. Kayıtdışılığın yüksek, güvencesiz çalışmanın yaygın ve sendikalaşmanın düşük oranda olduğu Türkiye’de mesai saatlerinin uzatılması; sömürü, cinayet ve iş kazalarının artması demektir.

  • OHAL Lağvedilmeli, bütün mağduriyetler giderilmelidir.

Teklifinin 10. maddesi ile 15 Temmuz darbe girişimi sonrası kamudan ihraç edilen veya diğer uygulamalar nedeniyle mağduriyet yaşayan kimselerin başvuracağı merci olarak kısa adıyla “OHAL Komisyonu” olarak bilinen “Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu’nun görev süresinin 23 Ocak 2023’ta sona erecek olması nedeniyle bundan sonraki işlemlerin kamu kurum ve kuruluşlarınca yürütüleceğine ilişkin düzenleme yapılmaktadır.

Komisyonda aktarılan son veriye göre başvurusu sonuçlanmayan 64 dosyanın bulunduğu bu ucube OHAL Komisyonunun sürekli belirttiğimiz gibi hemen lağvedilmesi, verdiği bütün kararların geçersiz sayılması ve ihraç edilenlerin tüm mağduriyetlerini giderecek şekilde görevlerine iade edilmeleri, ihraç edilmeye yol açan fiili bir suç durumu varsa 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu hükümlerine göre yargı süreçlerinin işletilmesine imkan verecek şekilde görevlerine iadesinin sağlanmasını bir kez daha tekrar etmekte yarar görmekteyiz.

Bilindiği üzere; 15 Temmuz darbe girişimini fırsata çeviren iktidarın ilk işi OHAL ilan etmek ve ülkeyi KHK’ler ile yönetmek olmuştur. Bu ortamda Resmî Gazetede isimlerinin yayınlanmasıyla 152 bin kamu emekçisi OHAL KHK’ları ile ihraç edilmiştir.

İktidarın ihraçlara ilişkin tüm itiraz yollarını kapatması sonucu içeride ve dışarıda itirazların yükselince ve AİHM’e on binlerce başvuru yapılınca bir oyalama mekanizmasına ihtiyaç duyuldu. OHAL İşlemlerini İnceleme Komisyonu, 23 Ocak 2017 günü 685 sayılı OHAL KHK’si ile iki yıllık süre içinde kamudan ihraç edilmiş yüz binlerce kamu emekçisinin ihraç başvurularını değerlendirmek ve karar altına almakla görevlendirilmiş olup 23 Ocak 2023 itibariyle OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu altıncı yılını dolduracaktır. OHAL Komisyonu’nun son açıklaması 27 Mayıs 2022 tarihli olup yaklaşık yedi aydır yaptığı işlemlere dair herhangi bir açıklama yayınlamamıştır.

Son açıklamasına göre ise; toplam tedbir işlemi sayısı: 131.922 (3.213 rütbe alma, 270 yurt dışı öğrencilikle ilişiğin kesilmesi, 2.761 kurum ve kuruluş kapatma) şeklindedir. Kabul Edilen Kararlardan 61’i kapatılan kuruluşlara aittir. İhraç Edilen Kamu Görevlilerinin Sayısı:125.678’dir.

OHAL komisyonu bir yargı mercii değildir. Kamuoyuna ve sendikaların denetimine açık bir kurul da olmamıştır. İhraç edilen kişiler hakkındaki iddiaların gerekçelerinin kişiye sunulduğu, savunmaların hukuki bir şekilde alınabildiği bir komisyon da değildir.

Çoğunluğu AKP döneminde atanmış parti şefleri niteliğinde olan kurum amirlerinin belirleyici olduğu “kurum kanaatleri” üzerinden belirlenen istihbari bilgiler esas alınmaktadır. Tüm bu hukuk dışılığa rağmen aradan geçen 7 yıl içinde “terörist diye ihraç edilen yaklaşık 18.000 kişi” kamuya iade edilmiştir. Bu iade edilen kişilere yaklaşık 25-30 Milyar TL tazminat ödenmiş ve ilave yargı harcamaları da daha da olacaktır.

Olağan bir hukuk işleyişi içinde ihraçların yüzde 99’undan fazlasının işlerine iade olacağının bilinmesi gerekir. Bu durumda yargı harcamaları hariç sadece maaş ve prim tazminatları için 200 milyar TL’lik bir kamu zararı bu hukuksuzluğun sonucu olacaktır.

AKP, darbe girişiminde bulunan suçluları aklamak, yargı süreçlerini bulanıklaştırma ve söz konusu darbe kliği ile ilgisini gizlemek için yüzbinlerce kişiyi ve milyonlara varan ailelerini mağdur etmiştir. KHK ihraçları bugüne kadar, yaşam hakkı dahil 150’ye yakın farklı hak ihlaline maruz bırakılmıştır.  İhraç edilenler içerisinde 2.000’den fazla engelli ve süreğen hastalığı olan kişi vardır. Yine iade edilen 20 kişinin yaşamını yitirdikten sonra iade edildiğini biliyoruz.

İktidarın darbe girişimini Tek Adam rejimini tüm kurum ve kurallarıyla inşa etme, kamuyu tek parti devleti esasına göre dizayn etme, kadrolaşma ve bunun için muhalif kesimleri kamudan tasfiye etme için fırsata çevirdiğinin bir örneği de darbe girişimiyle uzaktan yakından alakası olmayan Barış akademisyenleri ve 4.237 KESK’linin KHK’lar eliyle hukuksuzca, sorgusuz sualsiz ihraç edilmesidir. Barış akademisyenlerinin haklı ve suçsuz olduğuna Anayasa Mahkemesi karar vermiştir.

İhraç edilen KESK’liler diğer tüm hukuk yolları kapatıldığı için iktidarın noteri görevi üstlenen, yönetimi iktidar tarafından atanan, komisyon başkanının açıkça “biz mahkeme değiliz, delil, hukuk kuralı tanımayız” dediği OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonuna başvurmuşlardır.

Komisyonun 27 Mayıs 2022 açıklamasına göre ihraç başvurularından geriye 2.895 başvuru kalmış olup aradan yedi ay geçtiği için bu sayının daha da azaldığı açıktır. Bu arada da verilen kararların yüzde 90’a yakını ret şeklindedir.

Düzenlemeye göre kalan bu başvurular meslekten veya görev yapılan teşkilattan çıkarma ya da ilişiğin kesildiği ilgili kurum veya kuruluş tarafından değerlendirilecektir.

Düzenlemede belirtilen kurum ve kuruluşların kalan başvuruları hangi çerçevede değerlendireceği “bu Kanun ve ilgili mevzuatta belirtilen hükümler uyarınca yürütülür” denilerek 7075 sayılı “OLAĞANÜSTÜ HAL İŞLEMLERİ İNCELEME KOMİSYONU KURULMASI HAKKINDA KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMENİN DEĞİŞTİRİLEREK KABUL EDİLMESİNE DAİR KANUN” işaret edilmektedir. Nitekim değişiklik 7075 sayılı kanuna “Komisyonun görev süresi sonrasına dair işlemler” başlığıyla geçici 5. Madde eklenmesi suretiyle yapılmaktadır.

Dolaysıyla komisyonun esas aldığı yöntemde herhangi bir değişiklik olmayacaktır.

İktidar 685 sayılı OHAL KHK’si ile iki yıllık süre için kurduğu, ancak her bitiminde yeniden görev süresini uzatarak toplamda altıncı yılını bitirip yedinci yılına girecek komisyonu lağvederek bir kamburdan kurtulmuş görüntüsü vermek istemektedir. Ancak aynı işi ihraç eden bakanlıklarda kurulacak komisyonlar eliyle yürütmeye devam edecektir.

Kalan başvurulardan başvurusu ret edilecekler de komisyonun ret ettiği başvurucular gibi iktidar tarafından oluşturulmuş özel yetkili idare mahkemelerine temyiz başvurusunda bulunmak zorunda bırakılacaklardır.

Komisyonun başvurusunu incelemek üzere iktidar tarafından kurulmuş ve heyetleri atanmış özel yetkili mahkemelerin komisyondan daha beter kararlar verdiği ortada iken aynı akıbetle karşılaşacağı nettir. Temmuz 2022’de bile 6 bini kolluk gücü olan 10 bin kamu görevlisi bu kapsamda işinden atılmıştır.

Bu teklif ile ilk günden itibaren oyalama taktiği amacı ile kurulan OHAL komisyonunun yeni misyonunu Bakanlıklar yürütecektir. Bu yaklaşımla, adaletin gecikmesine sebep olmakta ve cezanın “peşinen” verilmesine dair anlayış devam edecektir. Bakanlıklar zaten OHAL süreci olmadan da OHAL komisyonu gibi davranıp hukuksuz bir şekilde kamu emekçilerini ihraç etmeye devam ediyor.

OHAL döneminde çıkarılan geçici 35. Maddeye göre kamu emekçileri işlerinden, ekmeklerinden olmaya devam ediyor. OHAL kaldırıldıktan sonra yaklaşık 13 bin kamu emekçisi 35. Madde gereği ihraç edildi. 35.maddenin 3 yıl sonra uygulanmaması gerekirken, siyasi iktidarın önerisiyle TBMM alınan kararla 1 yıl daha uzatıldı. Bu da gösteriyor ki siyasi iktidar muhalif kamu emekçilerinin üzerinde ihraçları “Demokles’in kılıcı” gibi kullanılmaktadır.

Örneğin, Kasım 2020 yılında Demokratik Toplum kongresi (DTK) soruşturması kapsamında gözaltına alınan ve haklarında adli ve idari soruşturma başlatılan 21 öğretmen hakkında, 375 No’lu Kanun Hükmünde Kararname’nin (KHK) geçici 35. Maddesinin g fıkrası kapsamında ihraç kararı verildi. Benzer şekildeki ihraçların devam ettiğinin bilinmesi gereklidir.

Sonuç olarak: düzenleme iktidarın OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu ve Özel Yetkili İdare Mahkemelerini eline yüzüne bulaştırdığının, hukuksuzluğa kılıf bulmakta zorlandığının da itirafıdır.

İktidar seçim atmosferine girmişken hukuksuzluğu sona erdirme değil yalan ve algı üzerine kurulu bir değişikliğe giderek zaman ve oy kazanmak istemektedir.

İktidar görev süresini uzatmayarak komisyonu lağvediyor görüntüsü verse de tam aksine bir tane olan OHAL komisyonunun benzerlerini her bakanlıkta, kurumda oluşturarak çok sayıda OHAL komisyonu oluşturmaktadır. Bir anlamda komisyona, hukuksuzluğa metastaz yaptırılmaktadır.

Dolayısıyla yasa teklifi, komisyonun aldığı tüm kararların iptali, ihraç edilenlerin tüm mağduriyetlerini giderecek şekilde görevlerine iadesi şeklinde değiştirilmeli ve düzenlenmelidir. Aynı şekilde özel yetkili mahkemelerin şu ana kadar aldığı kararlar da iptal edilmeli, işlevleri sona erdirilerek kaldırılmalıdırlar.

  • Sendikaların örgütlenme özgürlüğü toplu sözleşme ikramiyesine kurban edilmesin!…

Yasa teklifinin 11. maddesi ile Kamu Görevlileri Sendikaları ile yapılan 6. Dönem “toplu sözleşme”si ile getirilen ve Danıştay tarafından yürürlükten kaldırılan %1 barajının mevcut yasaların arkasından dolanmak sureti ile tekrar “toplu sözleşme ikramiyesi” ve “toplu sözleşme desteği” ayrımı üzerinden %2’ye çıkarılması hedeflenmektedir.

20 yıllık grev yasakçısı AKP iktidarı, alabildiğine sınırladığı sendikal hak ve özgürlüklere bir darbe daha indirmeyi hedeflemektedir. Danıştay tarafından yürürlükten kaldırılan %1 barajı gibi sendikal hak ve özgürlüklerle taban tabana zıt, yandaş yapıları korumaya diğer sendikaların üyelerini bir çeşit parasal şantaj üzerinden bu yapılara üye olmaya zorlamaya dönük bu hukuksuzluğun kabul edilmesi mümkün değildir.

Komisyona katılan Memur-Sen ve Kamu-Sen dışındaki 13 Sendika Konfederasyonu temsilcisi bu yasaya karşıdır…

Komisyon görüşmelerine Memur-Sen ve Kamu-Sen’in yanı sıra katılan,

Bağımsız Kamu Çalışanları Sendikası, Büro-İş Sendikası, Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu, BASK, HAKSEN, Hürriyetçi Eğitim-Sen, Şehit Gazi Kültür-Sen, KESK, Asim-Sen, Şehit Gazi Birlik-Sen, Yenilikçi Sağlık ve Sosyal Hizmet Çalışanları Sendikası, Genç Sağlık Sendikası ve Mil-Sen sendika ve konfederasyonlarının temsilcileri: Bir yıl önce yine bağımsız sendikaların kapısına kilit vurma hedefi taşıyan yüzde 1 için onlarca sendika dava açmış ve Danıştay’ın bu kararı iptal ettiği, şimdi de kanun yoluyla sendikalaşma ve örgütlenme özgürlüğünün önünü tıkayacak olan yüzde 2 barajıyla karşı karşıya olduklarını, “Uluslararası anayasal ve yasal düzenlemeler çerçevesinde temel hak ve özgürlükler kapsamında” diyerek başlayıp tüm bunları engelleyici bir teklif getirmenin, tam anlamıyla bir çelişki olduğu,

“Sendikal algının güçlendirilmesi ve sendika üyeliğinin desteklenmesi” diyerek gerekçe yazıldığı ancak, “Yandaş sendikalara üye olmaz isen toplu sözleşme ikramiyesinin 1/3’ünü yani 250 lirayı; yok, benim desteklediğim sendikaya üye olursan bu ikramiyenin hepsini alırsın yani 706 lirayı alırsın.” denildiği, bunun 11’inci maddenin gerekçesinde yer alan temel ve hak ve özgürlükler bu teklifi ile ne ilgisi olduğu,

Getirilen bu teklif ile yaklaşık 400 bin üyenin baraj altında kalan sendika üyeleri olduğu, kendilerine verilen 250 lira sendika aidatını istemediklerini, eğer bir sendikaya üye iseler aidatlarını cepten vermek istedikleri, buradan geçecek bu madde ile 15 bin üyesi olan sendikaların saf dışı kalacağı, 150 bin üyesi olan Konfederasyonların eriyeceği,

Barajın neden getirildiğinin burada net olarak anlaşıldığı, doğru sendikacılık, tarafsız sendikacılık ve hiçbir siyasi partiye biat etmeyen sendikacılık yapanların cezalandırılmak istendiği, 2021 Ağustos ayında yapılan 6’ncı Dönem Toplu Sözleşme’de yüzde 1 barajının getirildiği, yüzde 1 barajının Danıştay’a götürülmesi sonucu yürütmesinin durdurulması kararı verildiği, Danıştay’ın yürütmeyi durdurma kararında; sendika üyeleri arasında, sendikalar arasında ayrım yapılmasının Anayasaya ve hukuka aykırı olduğunun belirtildiği, şimdi, yüzde 1’in yürütmesi durdurulmuşken aynı gerekçelerle yüzde 2 barajının getirilmesinin kabul edilemez olduğu,

Getirilen bu yüzde 2 barajının, sendikal tekelleşmenin önünü açacağı, hizmet kollarında birkaç sendika dışında başka sendikalara fırsat tanınmayacağı, kamu çalışanlarını zorunlu olarak belirli sendikalara yönlendireceği, emeğiyle sendikacılık yapanları hüsrana uğratacağı, kamu çalışanlarını hakkını arayamaz konuma getireceği, bu yanlıştan dönülmesi gerektiği, yüzde 2 barajı konularak bu barajın altında kalan sendika üyelerine farklı ödenek, bu barajın üstünde olan sendika üyelerine farklı ödenek verildiği zaman sendikal algının güçlenmeyeceği, baraj altı kalan sendikaların üye sayılarının hızla azalacağı ve zaman içerisinde kapanmaya mahkûm olacağı, 4688 sayılı Kanuna dayanarak paydaşlarla, konfederasyonlarla, sendikalarla bir araya gelinmesi ve 2001 yılında düzenlenmiş olan kanunun eksikliklerinin beraber düzenlenmesi gerektiği,

Elden aidatların toplandığı bir süreçten özgürlük temelinde yapmış oldukları bedeller ödeyerek almış oldukları sendikal mücadeleden bugün 700 liraları tartışılan bir zamana gelindiği, asıl meselinin grev ve toplu sözleşmesi olmayan bir sendika yasasının kabul edilemez olduğu, Çalışma Bakanlığının 4688’in kurullarını çalıştırmış olsaydı 3’üncü konfederasyon olarak bir araya gelinip tartışılması gerektiği, gelinen bu noktada bugün bunları tartışırken bir ülke içinde, bir de yurtdışındaki sendikal itibarımıza bakılması gerektiği, “sarı sendikalar” diye tabir ettiğimiz süreçlerin Türkiye içerisinde ve yurt dışında yaşandığı, bugün bunu teklif eden sendikaların biraz geçmişlerine, biraz uluslararası alandaki sendikal mücadelenin karşılıklarına bakmaları gerektiği, Konfederasyonumuzun üye olduğu sendikaları olup olmama temelinde değerlendirilmesi gerektiği, bu Komisyonun bugün burada bunu incelerken sendikal mücadelenin önünü açmak istiyorlarsa, yandaşlığı ortadan kaldırmak istiyorlarsa, sarı sendikacılığı ortadan kaldırmak istiyorlarsa buna ilişkin bir karar vermek zorunda olduğu, aksi hâlde bu kararı verdikleri andan itibaren bizim için kazanılacak bir mahkeme davası, tazminata mahkûm edilecek bir ülkemiz olacağı, işverenin aidatımızı ödediği bir sendika istemediklerini, ifade etmişlerdir.

  • Kamu sendikalarına üye olanlar arasında ayrım yapılamaz…

Kanun teklifinin 12. Maddesinde ise; kamu emekçilerine ödenecek toplu sözleşme ikramiyesinin “Kamu Görevlilerinin Geneline ve Hizmet Kollarına Yönelik Mali ve Sosyal Haklara İlişkin 2022 ve 2023 Yıllarını Kapsayan 6. Dönem Toplu Sözleşmesinin” yürürlük süresince 2119 gösterge rakamının memur aylık katsayısıyla çarpımı sonucu bulunacak tutarla ödenmesi öngörülmektedir.

Bu maddenin kabul edilmesi halinde %2 barajını aşan sendikaların üyeleri mevcutta 2119 gösterge rakamına göre aldıkları mevcutta 707 TL “toplu sözleşme ikramiyesinden” yaralanmaya devam edecek, ancak, %2 barajının altında kalan sendikaların üyelerine ise bunun üçte birine denk gelen (750 gösterge rakamına göre 250 TL) “toplu sözleşme desteği” ödenmesi hedeflenmektedir.

İktidar yandaş sendikaları koruyarak Danıştay’ın verdiği iptal kararını hiçe sayarak bu “yeni” düzenleme ile açıkça Danıştay kararını çiğnemektedir. Mevcutta “toplu sözleşme ikramiyesinin” üçte birine denk gelen, yasalaşması halinde önümüzdeki yıllarda bu farkın daha da açılacağı “toplu sözleşme desteği” yutturmacası ile yasaların arkasından dolaşılmaya çalışılmaktadır.

Bu ülkenin kamu emekçilerinin, emekliklerinin bitip, tükenmeyen bu aldatmacalara karnı toktur. Ne kadar cilalanırsa cilalansın düzenleme ile Anayasal ve başta ILO sözleşmeleri olmak üzere uluslararası sözleşmeler ile güvence altına alınmış örgütlenme ve toplu pazarlık hakkının tamamen ortadan kaldırılmasının hedeflendiği açıktır.

Anayasanın 51. Maddesinde yer alan sendika kurma hakkı açıkça ihlal edilmekte, sendika seçme ve örgütlenme özgürlüğünü en temel hak sayan ILO 87. ve 98 sayılı sözleşmeleri yok sayılmaktadır.

’Uluslararası, Anayasal ve yasal düzenlemeler çerçevesinde temel hak ve özgürlükler kapsamında güvence altına alınmış örgütlenme ve toplu pazarlık hakkının temin edilmesini sağlamak’ için yapılması gereken ilk iş sendikal hak ve özgürlüklerin önünü daha da tıkayan değil, açan düzenlemeleri, grev hakkı ile tamamlanmış bir gerçek bir toplu pazarlık sistemini derhal hayata geçirilmelidir. 

 

  • Maddeler üzerine değerlendirme;

Teklifin 1. Maddesi ile;

Türkiye Denizcilik İşletmeleri A.Ş. ve T.C. Devlet Demir Yolları İşletmesi Genel Müdürlüğüne ait bazı limanların işletme hakkı verilmesi/devri yöntemiyle özelleştirilmesi neticesinde imzalanan kırk dokuz yıldan az süreli sözleşme sürelerinin, bu kanunun yayımlandığı tarihten itibaren en geç on beş gün içerisinde başvuruda bulunulması halinde bir defaya mahsus olmak üzere sözleşmelerinin süresinin kırk dokuz yıla kadar uzatılması amaçlanmaktadır.

Bilindiği gibi, 26/11/2021 tarihinde bu komisyonda gündeme gelen ve bütün ısrarlarımıza rağmen geri çekilmeyen limanların işletme sürelerinin 49 yıla kadar uzatılması ile ilgili kanun teklifi en son 05/01/2021 tarihinde TBMM Genel kurulundan geçerek yasallaşmıştı.

Ancak, Türkiye’deki 18 limanın işletme hakkını devralan ve aralarında Katarlı QTerminals’in de bulunduğu şirketlerin 30, 36 ve 39 yıl olan işletme sürelerinin yeni bir ihaleye çıkılmadan ya da pazarlık yapılmadan 49 yıla uzatılmasını öngören bu yasa değişikliği Anayasa’ya aykırılık teşkil etmesi nedeniyle iptali için AYM’ne götürülmüştü.

İptal talebinin gerekçesinde de; “Kesinleşmiş yargı kararıyla iptal edilen sözleşmelerin sürelerinin uzatılması yoluyla bu sözleşmelere yasal geçerlilik sağlandığı, yeni ihaleler yapılmaksızın sözleşme sürelerinin uzatılmasının devleti zarara uğratacağı, sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararının gözetilmesi yükümlülüğünün ihlal edildiği, sözleşme özgürlüğünün kullanılması bakımından eşitsizliğe yol açtığı, sözleşme tarafı olmayan kişilerin ihaleye katılma imkanından mahrum bırakıldığı ileri sürülmüştür.

AYM, 02/08/2022 tarihli ve 31911 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan kararında; mevcut özelleştirme sözleşmesinin tarafları dışında ihaleye katılma imkânının engellenmesinin, serbest rekabet ve eşitlik ilkeleriyle bağdaşmadığına ve limanların gerçek özelleştirme değerlerine ulaşılmasını engelleyebileceği yönünde görüş bildirmiş ve Mahkeme 7350 sayılı yasayla 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun’a eklenen geçici 30. maddenin bahse konu düzenlemeleri içeren 1. 2. ve 3. fıkralarının anayasaya aykırı olduğuna ve iptaline oybirliğiyle karar vermiştir.

Daha sonra, 24/10/2022 tarihinde TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda, AKP’nin “Vergi Usul Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” başlığıyla komisyon görüşmelerine yine aynı şekilde tekrar getirilen ve daha önce AYM’nin kararıyla iptal edilen bu madde tartışmalar üzerine teklif metninden çıkarılmıştır.

Şimdi yine ve yeniden ısrarla bu madde hiçbir değişiklik olmadan bu teklife eklenmiştir.

AKP iktidarı, bu madde ile Anaysa mahkemesinin iptal kararına rağmen özelleştirilen limanlar için şirketlere yeni haklar tanıma ısrarından vazgeçmemektedir. Türkiye Denizcilik İşletmeleri Anonim Şirketi’ne ait 13 liman ile TCDD Genel Müdürlüğü’ne ait olan 5 limanın sözleşme sürelerini ihalesiz 49 yıla uzatmayı planlamaktadır. Tabi bu konuda açılmış dava varsa bu davalardan vazgeçilmesi şartını koyarak yandaş işletmelere yeni kıyakların yolu açılmaktadır.

İskenderun, Mersin ve Antalya gibi Türkiye’nin en önemli limanlarının bulunduğu 18 limanın işletmesinin 49 yıldan kısa olan sözleşme sürelerini ihalesiz uzatılmasının önü açılmaktadır.

Burada, nihai karar merci olarak Özelleştirme Yüksek Kurulu görevlendirilmektedir. AKP iktidarı 18 limanın işletme hakkını devralan ve aralarında Katarlı QTerminals’in de bulunduğu şirketlerin 30, 36 ve 39 yıl olan işletme sürelerini yeni bir ihaleye çıkılmadan ya da pazarlık yapılmadan, açılmış davalardan kayıtsız ve şartsız feragat edilerek 49 yıla uzatılması istenilmektedir.

Bu durumda sözleşmesi 20 yıl olan ve 2028’de sona erecek Katarlı şirketin sözleşme süresi 19 yıl daha uzatılarak Antalya Limanı’nı 2047 yılına kadar işletmesi sağlanacaktır. Park Denizcilik, Doğuş Bilgili, Ulusoy, Marmaris Liman İşletmeciliği, Albayrak, Riport, Giresun Port, Siport, Dikili Port devraldıkları limanları 10 ile 19 yıl arasında değişen uzatma süreleri ile 49 yıl süreyle işletmesinin önü açılmış olacaktır.

Diğer taraftan, TCDD Genel Müdürlüğünün özelleştirilen 5 limanı, PSA Singapur-Akfen, Limak, Çelebi, Ceynak, Mehmet Güneş İnşaat, Ceyport şirketleri de işletmelerindeki limanlar için 13 yıl daha ek süre alacaktır. Derince Limanı’nı işleten SafiPort’a ise 10 yıl ek süre verilecektir. Böylelikle Türkiye’nin en stratejik limanları en erken 2046, en geç ise 2067 yılına kadar aralarında yabancıların da olduğu şirketler tarafından işletilecektir.

Liman işletmelerinde sözleşme sürelerinin uzatılmasına gerekçe olarak gösterilen şirketlerin yatırım yapması, işletmelerin devamlılığı veya verimlilik artışı gibi nedenler inandırıcı olmaktan çok uzaktır.

Söz konusu maddenin yasallaşması halinde, AKP kendisine yakın şirketlere limanları ihalesiz bir şekilde peşkeş çekecektir. Bir kez daha görülmektedir ki AKP iktidarı Türkiye halklarının geleceğini değil, yandaşlarının geleceğini öncelediği açıkça anlaşılmaktadır.

AKP, bizden sonrası tufan anlayışıyla yangından mal kaçırır gibi bütün kamu kaynaklarını özelleştirmeler eliyle yandaşlarına aktardığı yetmiyormuş gibi sürelerini de yetersiz görüyormuş ki ülkemizin kaynaklarını ipotek altına almaktan imtina etmemektedir.

Bütün bunlara göre; HDP olarak özelleştirilen Limanların ihalesiz olarak sözleşme sürelerinin 49 yıllığına çıkarılmasını öngören bu maddenin teklif metninden çıkarılması gerektiğini savunuyoruz.

Teklifin 3. Maddesi ile; “28/3/2002 tarihli ve 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.

“GEÇİCİ MADDE 36-5 inci maddede düzenlenen net borç kullanımı tutarı 2022 yılı için, 1/1/2022 tarihinden geçerli olmak üzere, Bakan tarafından artırılan net borç kullanım tutarına iki yüz milyar Türk lirası ilave edilerek uygulanır.” teklifi yapılıyor.

Yılbaşı’nda 2022 bütçesi için 1 trilyon 750 lira harcama yetkisi verildiği, ancak 8 ay dolmadan söz konusu bütçenin tüketildiği, buna ilave olarak 880 milyar TL’lik bir ek bütçenin yapıldığı bilinmektedir. Enflasyon, ekonomik ve devam eden savaş süreci için kamu bütçelerinde disiplininin terk edildiği bu süreçte ilave 200 Milyar TL borçlanma ihtiyacı hukuki teamüllere ve bütçe hakkına aykırı bir şekilde talep edilmektedir.

‘Bir Gece Yarısı Operasyonu ile’ 200 milyar lira borçlanmanın, Plan Bütçe Komisyonunda değil Sanayi ve Enerji Komisyonu’nda geçirilmesi izaha muhtaçtır. Meclis iradesinin, iç tüzüğün bu madde ile bir kere daha aşıldığı ifade edilmelidir. 2022 yılı için 3. Bütçe teklifi olarak değerlendirilmesi gereken bu fahiş borçlanma teklifi bütçe açıklarını ve dengelerini daha da olumsuz etkileyecektir. Borçlanma yetkisi isteyen bir hükümet, ek bütçe getirir, parayı nereye harcayacağının hesabını verir. Bu bütçe hakkının gaspıdır. Bu iktidar artık Meclis’i yok sayıyor ve tek adam rejimi keyfince harcama yapıyor. Meclisin onayını almadan “Harcanmış bir bütçenin yalnızca resmileştirildiği” bu teklifte harcamaların nereye yapıldığı meclise sunulmamaktadır.

Teklifin 4. Maddesi ile;

4857 sayılı İş Kanunu’nun 69’uncu maddesine bir ek getirilerek petrol araştırma, arama ve üretim faaliyetlerinde “gece” çalışmasının önü açılmaktadır.

4857 sayılı İş Kanunu’nun 69 maddesinde, çalışma hayatında gecenin en geç 20.00’de başlayarak en erken 06.00’ya kadar geçen ve her halde en fazla 11 saat süren dönem olduğu belirtilerek, işçilerin gece çalışmasının 7,5 saati geçemeyeceği hüküm altına alınmıştır. Ancak, özellikleri nedeniyle turizm, güvenlik ve sağlık hizmetlerinde gece 7,5 saatin üzerinde çalışma yapılabileceği öngörülmüştür.

Bu üç sektörün dışında gece 7,5 saatten fazla çalışılması yasaktır. Oysa, getirilmek istenen teklif ile petrol kuyularının açılması, petrol rafinelerindeki faaliyetler gibi çok tehlikeli işler sınıfında yer alan bir sektörde gece 11 saate kadar çalışılabileceği öngörülmektedir.

Kazaların yaşanma oranın yüksek olduğu işlerde üç vardiya yerine iki vardiya halinde çalışılması iş sağlığı ve güvenliği açsısından risk taşımaktadır. Diğer taraftan, üç vardiya sisteminden iki vardiya sistemine geçilerek daha az işçi ile aynı işin yaptırılması; işçi çıkarımlarına neden olabileceği gibi, gece saatlerinde 11 saate varan çalışma yapılması halinde çalışanların iş yükünü artacak, yorgunluk nedeniyle dikkat eşiği düşecek ve kaza yaşanması riski artacaktır.

Tüm bu nedenlerle, petrol arama işlerinde gece 7,5 saatten fazla çalışmasının önünü açan bu madde teklif metninden çıkarılmalıdır.

Teklifin 10. Maddesi ile;

“Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonunun görev süresinin sona ermesinden sonra Komisyonun görevlerine ilişkin iş ve işlemlerin yürütülmesi konusunda görevli kurum ve kuruluşlar ile uygulamaya dair usul ve esasların belirlenmesine yönelik düzenleme” yapılmaktadır.

AKP iktidarı bir kez daha birbiriyle alakası olmayan konuları bir torbaya koyarak meclise sevk etmiş ve milyonları ilgilendiren oldukça önemli hususları kamuoyunun dikkatinden kaçırmaya çalışmaktadır.

Bilindiği üzere; 15 Temmuz darbe girişimini fırsata çeviren iktidarın ilk işi OHAL ilan etmek ve ülkeyi KHK’ler ile yönetmek olmuştur. Bu ortamda Resmî Gazetede isimlerinin yayınlanmasıyla 152 bin kamu emekçisi OHAL KHK’ları ile ihraç edilmiştir.

İktidarın ihraçlara ilişkin tüm itiraz yollarını kapatması sonucu içeride ve dışarıda itirazların yükselince ve AİHM’e on binlerce başvuru yapılınca bir oyalama mekanizmasına ihtiyaç duyuldu. OHAL İşlemlerini İnceleme Komisyonu, 23 Ocak 2017 günü 685 sayılı OHAL KHK’si ile iki yıllık süre içinde kamudan ihraç edilmiş yüz binlerce kamu emekçisinin ihraç başvurularını değerlendirmek ve karar altına almakla görevlendirilmiş olup 23 Ocak 2023 itibariyle OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu altıncı yılını dolduracaktır. OHAL Komisyonu’nun son açıklaması 27 Mayıs 2022 tarihli olup yaklaşık yedi aydır yaptığı işlemlere dair herhangi bir açıklama yayınlamamıştır.

Son açıklamasına göre;

BAŞVURU SAYISI

 

KARAR BİLGİSİ KARAR İÇERİĞİ DEVAM EDEN İNCELEME BİLGİSİ
Karar Sayısı Oran KABUL RET Dosya Sayısı Oran
127.130 124.235 %97,7 17.265

%13,6

106.970

%86

2.895 %2.3

Toplam tedbir işlemi sayısı: 131.922 (3.213 rütbe alma, 270 yurt dışı öğrencilikle ilişiğin kesilmesi, 2.761 kurum ve kuruluş kapatma)

Kabul Edilen Kararlardan 61’i kapatılan kuruluşlara aittir.

İhraç Edilen Kamu Görevlilerinin Sayısı:125.678’dir.

Bu rakamlar son rakamlar olarak açıklamamsına rağmen, Komisyonda bilgi veren yetkililer sadece 64 dosyasının kaldığını ifade etmişlerdir.

OHAL komisyonu bir yargı mercii değildir. Kamuoyuna ve sendikaların denetimine açık bir kurul da değildir. İhraç edilen kişiler hakkındaki iddiaların gerekçelerinin kişiye sunulduğu, savunmaların hukuki bir şekilde alınabildiği bir komisyon da değildir. Çoğunluğu AKP döneminde atanmış parti şefleri niteliğinde olan kurum amirlerinin belirleyici olduğu “kurum kanaatleri” üzerinden belirlenen istihbari bilgiler esas alınmaktadır. Tüm bu hukuk dışılığa rağmen aradan geçen 7 yıl içinde “terörist diye ihraç edilen yaklaşık 18.000 kişi” kamuya iade edilmiştir. Olağan bir hukuk işleyişi içinde ihraçların yüzde 99’undan fazlasının işlerine iade olacağının bilinmesi gerekir. AKP Darbe girişiminde bulunan suçluları aklamak, yargı süreçlerini bulanıklaştırma ve söz konusu darbe kliği ile ilgisini gizlemek için yüzbinlerce kişiyi ve milyonlara varan ailelerini mağdur etmiştir. İhraç edilenler içerisinde 2000’den fazla engelli ve süreğen hastalığı olan kişi vardır. Yine iade edilen 20 kişinin yaşamını yitirdikten sonra iade edildiğini biliyoruz.

İktidarın darbe girişimini Tek Adam rejimini tüm kurum ve kurallarıyla inşa etme, kamuyu tek parti devleti esasına göre dizayn etme, kadrolaşma ve bunun için muhalif kesimleri kamudan tasfiye etme için fırsata çevirdiğinin bir örneği de darbe girişimiyle uzaktan yakından alakası olmayan Barış akademisyenleri ve 4.237 KESK’linin KHK’lar eliyle hukuksuzca, sorgusuz sualsiz ihraç edilmesidir. Barış akademisyenlerinin haklı ve suçsuz olduğuna Anayasa Mahkemesi karar vermiştir.

İhraç edilen KESK’liler diğer tüm hukuk yolları kapatıldığı için iktidarın noteri görevi üstlenen, yönetimi iktidar tarafından atanan, komisyon başkanının açıkça “biz mahkeme değiliz, delil, hukuk kuralı tanımayız” dediği OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonuna başvurmuşlardır.

KHK ile İhraç Edilen KESK’lilerin Sayısı: 4.237,

Dosyası İncelenen KESK’li Sayısı: 3.558 (1.389 İŞE İADE+2.169 RET),

Dosya İncelemesi Devam Eden KESK’li Sayısı: 679’dir. (27 Mayıs 2022 rakamları)

Bu veriler ışığında kanun teklifinin ilgili maddesi değerlendirildiğinde:

OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu, üyelerinin atanmasından tutalım çalışma esas ve usullerine kadar iktidarın etkisi altında çalışma yürütmektedir. Etkin olmayan ve denetlenemeyen, kendisini anayasa ve yasalar üstü gören idari bir mekanizmadır. Bağımsız olmadığı tartışma götürmez bir gerçekliktir. Cumhurbaşkanlığının komisyon üyelerini görevden alma yetkisi ve komisyon üyelerinin atanma usulleri, tüm kurumlar üzerindeki iktidarın açık baskısı gibi nedenlerden dolayı komisyonun tarafsız ve bağımsız çalışma olanağı yoktur.

Komisyon oluşum şekli, yetkisi ve aldığı kararlar itibariyle mevcut Anayasanın başta 6., 10., 70., 90. ve daha birçok maddesine aykırılık içermektedir.

AİHM’in “nasıl olursa olsun bir an önce bir mekanizma kur, bizi de kendini de bu yükten kurtar” mesajı sonrası, iç ve dış baskıların sonucu ve bir oyalama aracı olarak kurgulanmış ve kurulmuştur.

Yasa teklifinde her ne kadar “Komisyonun görev süresinin sona ermesine dair iş ve işlemler Cumhurbaşkanlığı tarafından yerine getirilir” dense de iktidarın görev süresi 23 Ocak 2023 yılında dolacak olan komisyonun görev süresini bir kez daha uzatma niyetini göstermektedir. Komisyonun adının değiştirilmesi şeklinde oluşacak bu durum OHAL’in olağanlaşmasıdır.

Komisyonun 27 Mayıs 2022 açıklamasına göre ihraç başvurularından geriye 2.895 başvuru kalmış olup aradan yedi ay geçtiği için bu sayının daha da azaldığı açıktır. Bu arada da verilen kararların yüzde 90’a yakını ret şeklindedir.

Düzenlemeye göre kalan bu başvurular meslekten veya görev yapılan teşkilattan çıkarma ya da ilişiğin kesildiği ilgili kurum veya kuruluş tarafından değerlendirilecektir.

Düzenlemede belirtilen kurum ve kuruluşların kalan başvuruları hangi çerçevede değerlendireceği “bu Kanun ve ilgili mevzuatta belirtilen hükümler uyarınca yürütülür” denilerek 7075 sayılı “OLAĞANÜSTÜ HAL İŞLEMLERİ İNCELEME KOMİSYONU KURULMASI HAKKINDA KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMENİN DEĞİŞTİRİLEREK KABUL EDİLMESİNE DAİR KANUN” işaret edilmektedir. Nitekim değişiklik 7075 sayılı kanuna “Komisyonun görev süresi sonrasına dair işlemler” başlığıyla geçici 5. Madde eklenmesi suretiyle yapılmaktadır.

Dolaysıyla komisyonun esas aldığı yöntemde herhangi bir değişiklik olmayacaktır.

İktidar 685 sayılı OHAL KHK’si ile iki yıllık süre için kurduğu, ancak her bitiminde yeniden görev süresini uzatarak toplamda altıncı yılını bitirip yedinci yılına girecek komisyonu lağvederek bir kamburdan kurtulmuş görüntüsü vermek istemektedir. Ancak aynı işi ihraç eden bakanlıklarda kurulacak komisyonlar eliyle yürütmeye devam edecektir.

Kalan başvurulardan başvurusu ret edilecekler de komisyonun ret ettiği başvurucular gibi iktidar tarafından oluşturulmuş özel yetkili idare mahkemelerine temyiz başvurusunda bulunmak zorunda bırakılacaklardır.

Komisyonun başvurusunu incelemek üzere iktidar tarafından kurulmuş ve heyetleri atanmış özel yetkili mahkemelerin komisyondan daha beter kararlar verdiği ortada iken aynı akıbetle karşılaşacağı nettir.

  • İlgili kurum ve kuruluşlar da tıpkı komisyon gibi “irtibat ve iltisaklı olup olmadıklarına” karar vereceklerdir. Yani ceza hukukumuzda olmayıp 15 Temmuz darbe girişiminden sonra iktidarın icat ettiği ve sübjektif, keyfi karar alınmasına olanak sağlayan bu kavramlar üzerinden karar vereceklerdir.
  • İlgili kurum ve kuruluşlar da içeriğini bilmediğimiz “kurum kanaatini” esas alacaklardır.
  • İlgili kurum ve kuruluşlar da “istihbarat” bilgilerini esas alacaklardır.
  • İlgili kurum ve kuruluşlar da başvurucuların savunmasını dinlemeyecek, ellerindeki dosyaya göre karar vereceklerdir.

Sonuç olarak: düzenleme iktidarın OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu ve Özel Yetkili İdare Mahkemelerini eline yüzüne bulaştırdığının, hukuksuzluğa kılıf bulmakta zorlandığının da itirafıdır.

İktidar seçim atmosferine girmişken hukuksuzluğu sona erdirme değil yalan ve algı üzerine kurulu bir değişikliğe giderek zaman ve oy kazanmak istemektedir.

İktidar görev süresini uzatmayarak komisyonu lağvediyor görüntüsü verse de tam aksine bir tane olan OHAL komisyonunun benzerlerini her bakanlıkta, kurumda oluşturarak çok sayıda OHAL komisyonu oluşturmaktadır. Bir anlamda komisyona, hukuksuzluğa metastaz yaptırılmaktadır.

Dolayısıyla yasa teklifi, komisyonun aldığı tüm kararların iptali, ihraç edilenlerin tüm mağduriyetlerini giderecek şekilde görevlerine iadesi şeklinde değiştirilmeli ve düzenlenmelidir. Aynı şekilde özel yetkili mahkemelerin şu ana kadar aldığı kararlar da iptal edilmeli, işlevleri sona erdirilerek kaldırılmalıdırlar.

Bütün bunlara göre; OHAL Komisyonun görevlerini kurumlara devreden bu değişiklik önergesi geri çekilerek, OHAL döneminde yapılan düzenlemeleri sonuçlarıyla birlikte tümüyle ortadan kaldıracak, demokratik ölçüleri esas alan önergemiz kabul edilmelidir.

Teklifin 11. Maddesi ile;

Bu madde ile Kamu Görevlileri Sendikaları ile yapılan 6. Dönem “toplu sözleşme” ile getirilen ve Danıştay tarafından yürürlükten kaldırılan %1 barajının mevcut yasaların arkasından dolanmak sureti ile “toplu sözleşme ikramiyesi” ve “toplu sözleşme desteği” ayrımı üzerinden %2’ye çıkarılması hedeflenmektedir.

AKP iktidarı TBMM’ye sunulan bir torba yasaya eklediği düzenleme ile yirmi yıllık iktidarında alabildiğine sınırladığı sendikal hak ve özgürlüklere bir darbe daha indirmeyi hedeflemektedir.

Danıştay tarafından yürürlükten kaldırılan %1 barajı gibi sendikal hak ve özgürlüklerle taban tabana zıt, yandaş yapıları korumaya diğer sendikaların üyelerini bir çeşit parasal şantaj üzerinden bu yapılara üye olmaya zorlamaya dönük bu hukuksuzluğun kabul edilmesi mümkün değildir.

Bilindiği üzere Kamu İşveren Heyeti ve yandaş konfederasyon arasında bağıtlanan 2022-2023 yıllarını kapsayan 6. Dönem ‘toplu sözleşme’ süreci 6 milyon kamu emekçisinin ve emeklinin sadece mali değil, sosyal ve özlük haklar bakımdan da kayıplar yaşadığı bir mutabakat olarak tarihe geçmiştir.

Bu ‘toplu sözleşme’ sürecinde gittikçe artan mali, sosyal ve özlük hak kayıplarının yanında hayat pahalılığının doruğa ulaştığı koşullarda söz konusu toplu sözleşmenin TÜİK’in sanal rakamlarına dayalı ‘enflasyon hedeflerine’ göre yapılan maaş artışları başta kamu emekçileri olmak üzere emeklilerinin kayıplarını gittikçe artırmıştır.

Ne yazık ki aradan geçen süre, yaşanan hayat pahalılığının yarısına bile denk gelmeyen TÜİK enflasyon rakamlarına dayalı maaş aratışları ile kamu emekçilerini ve emeklileri derin bir yoksulluğa sürüklemiştir.

Öte yandan yetkili konfederasyon 6. Dönem mutabakatla sadece ekonomik kayıpların altına değil, temel sendikal hak ve özgürlüklerden olan sendikal ayrımcılığın altına da imza atmıştır.

Mutabakatla 2022’de 400 TL olarak ödenecek olan toplu sözleşme ikramiyesinden sadece kurulu olduğu hizmet kolundaki kamu görevlisi sayısının en az yüzde 1’den fazlasını üye kaydeden sendikalara üye olan kamu görevlilerinin yararlanması hükmü eklenmiştir. Böylece 192 sendikaya üye 56 binden fazla kamu emekçisi daha baştan sadece farklı sendika seçtikleri için cezalandırılmak istenmiştir.

Mevcut 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme yasasının 28. Maddesinin, “Toplu sözleşme ikramiyesi hariç olmak üzere toplu sözleşme hükümlerinin uygulanmasında sendika üyesi olan ve sendika üyesi olmayan kamu görevlileri arasında ayrım yapılamaz” fıkrasına aykırılık içeren bu maddenin sendikal örgütlenme özgürlüğüne aykırı olduğu aşikardır.

Söz konusu baraj düzenlemesi sadece mevcut 4688 sayılı yasanın 28. maddesine değil, Anayasaya, ILO sözleşmeleri olmak üzere uluslararası sözleşmelere, sendikal hak ve özgürlüklere ilişkin çok sayıda AİHM kararına aykırıdır.

Konuya ilişkin Danıştay 12. Dairesi, sendikaların yaptığı iptal başvurusunu 08.12.2021 tarihinde oybirliğiyle karara bağlamıştır.

Buna göre Danıştay kararında, 

4688 sayılı Kanun’un 28. maddesinde yer alan, toplu sözleşme ikramiyesi hariç olmak üzere, toplu sözleşme hükümlerinin uygulanmasında sendika üyesi olan ve sendika üyesi olmayan kamu görevlileri arasında ayrım yapılamayacağı yolundaki hükmün farklı şekilde yorumlanarak, toplu sözleşme ikramiyesinden yararlanmada, hizmet kollarına ilişkin olarak üye olunan sendikalar açısından, “toplam kamu görevlisi sayısının en az %1’inden fazla sendika üyesi kaydeden sendikalar’’ şeklinde kriter getirilmesi suretiyle sendikalar arasında ayrıma yol açılması, açıkça sendikal özgürlüğe bir müdahale oluşturarak sendikaların kuruluş amaçlarının gerçekleştirilmesini önleyici şekilde üye kaybına sebebiyet verecek nitelik taşıdığı gibi, aynı hizmet kolunda çalışıp aynı işi yapan sendika üyesi kamu görevlileri arasında, sadece farklı sendikalara üye olmaları nedeniyle eşitsizlik yaratması itibarıyla çalışma barışını da olumsuz yönde etkileyeceğinden, dava konusu düzenlemede mevzuata ve hukuka uygunluk bulunmamaktadır.”

Tespitinde bulunarak %1 barajına ilişkin düzenlemenin YÜRÜTÜLMESİNİN DURDURULMASI” kararı vermiştir.

Şimdi ne hikmetse %1 Yetmemiş, %2 Barajı Getirilmeye çalışılmaktadır.

Mevcut durumda 231 sendikanın 188’i %2 barajına takılmaktadır. Söz konusu düzenlemenin yasalaşması halinde 2 Temmuz 2022 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan ÇSGB tebliğini esas aldığımızda 11 hizmet kolunda kurulu bulunan toplam 231 sendikanın tam 188’i %2 barajı altında kalacaktır. Söz konusu sendikalara üye “81 bin 828 kamu emekçisi”, mevcutta toplu sözleşme ikramiyesinin üçte birine denk gelen “destek” ile yetinmek zorunda bırakılacaktır. Kamu emekçileri arasında bu şekilde bir ayrımcılık yapılması hukuki değildir.

Danıştay’ın yürütmeyi durdurma kararına rağmen AKP iktidarı bu teklif demokratik yargı kararlarını bile hiçe sayarak kanuni düzenleme yapmaya çalışmaktadır.

Bu 11. Madde teklifi ile;

  • Bulunduğu hizmet kolunda % 2’sindendaha fazlasını üye kaydetmiş kamu görevlileri sendikaları üyelerine toplu sözleşme ile belirlenecek tutarda “toplu sözleşme ikramiyesi” ödenmesi öngörülmektedir.
  • Hizmet kolunda çalışan kamu görevlilerinin % 2’sinden daha az üye kaydetmiş kamu görevlileri sendika üyelerine ise “toplu sözleşme desteği” verilmesi öngörülmektedir.

Öncelikle yukarıda da dikkat çektiğimiz üzere 2022-2023 yıllarını kapsayan olan 6. Dönem toplu sözleşme metninde ‘’ yüzde 1’’ baraj şartı olarak yer alan düzenleme hakkında açılan davalar sonucunda Danıştay tarafından yürütmenin durdurulması kararı verilmiştir.

Buna rağmen iktidar % 2 baraj şartını ön gören bu “yeni” düzenleme ile açıkça Danıştay kararını çiğnemektedir.

Tüm bunlara rağmen yapılmak istenen düzenlemenin amacının ’Sendikal algının güçlendirilmesi ve sendika üyeliğinin desteklenmesi’’, ’Uluslararası, Anayasal ve yasal düzenlemeler çerçevesinde temel hak ve özgürlükler kapsamında güvence altına alınmış örgütlenme ve toplu pazarlık hakkının temin edilmesini sağlamak’ gibi sunulması çalışanların aklıyla alay edilmesidir.

Çünkü getirilmek istenen düzenleme sendikal algıyı güçlendirmek bir yana bu algıyı ortadan kaldırmaya, sendikalar arasındaki mevcut ayrımı daha da derinleştirmeye dönüktür.  Bağımsız sendikaları ve sendikal anlayışı tamamen yok ederek tek tip sendikacılığın önünü sonuna kadar açmayı hedefleyen düzenlemelerin “sendika üyeliğinin desteklenmesi’’ olarak yutturulmak istenmesi kabul edilemez.

Bu ülkenin kamu emekçilerinin, emekliklerinin bitip, tükenmeyen bu aldatmacalara karnı toktur. Ne kadar cilalanırsa cilalansın düzenleme ile Anayasal ve başta ILO sözleşmeleri olmak üzere uluslararası sözleşmeler ile güvence altına alınmış örgütlenme ve toplu pazarlık hakkının tamamen ortadan kaldırılmasının hedeflendiği açıktır.

Anayasanın 51. Maddesinde yer alan sendika kurma hakkı açıkça ihlal edilmekte, sendika seçme ve örgütlenme özgürlüğünü en temel hak sayan ILO 87. ve 98 sayılı sözleşmeleri yok sayılmaktadır.

’Uluslararası, Anayasal ve yasal düzenlemeler çerçevesinde temel hak ve özgürlükler kapsamında güvence altına alınmış örgütlenme ve toplu pazarlık hakkının temin edilmesini sağlamak’ için yapılması gereken ilk iş sendikal hak ve özgürlüklerin önünü daha da tıkayan değil, açan düzenlemeleri, grev hakkı ile tamamlanmış bir gerçek bir toplu pazarlık sistemini derhal hayata geçirmektir.

Dolayısıyla sorun sadece %2 barajını aşmış olmak ya da aşmamış olma meselesi değil, yıllardır alabildiğine tahrip edilmiş sendikal hak ve özgürlükleri tamamen ortadan kaldırma, siyasi iktidarın güdümündeki tek tip sendikacılığı daha da büyütme, bunun dışında kalan tüm sendikaları hedefe koyma sorunudur.

Bütün bunlara göre; sendika ikramiyesi alabilmek için % 2 üyeye sahip olma şartını getiren bu önerge geri çekilmelidir.

  1. madde ile;

Bu madde ile kamu emekçilerine ödenecek toplu sözleşme ikramiyesinin “Kamu Görevlilerinin Geneline ve Hizmet Kollarına Yönelik Mali ve Sosyal Haklara İlişkin 2022 ve 2023 Yıllarını Kapsayan 6. Dönem Toplu Sözleşmesinin” yürürlük süresince 2119 gösterge rakamının memur aylık katsayısıyla çarpımı sonucu bulunacak tutarla ödenmesi öngörülmektedir.

11. maddenin gerekçesinde de ifade ettiğimiz gibi, AKP iktidarı TBMM’ye sunulan bir torba yasaya eklediği düzenleme ile yirmi yıllık iktidarında alabildiğine sınırladığı sendikal hak ve özgürlüklere bir darbe daha indirmeyi hedeflemektedir.

Bilindiği üzere Kamu İşveren Heyeti ve yandaş konfederasyon arasında bağıtlanan 2022-2023 yıllarını kapsayan 6. Dönem ‘toplu sözleşme’ süreci 6 milyon kamu emekçisinin ve emeklinin sadece mali değil, sosyal ve özlük haklar bakımdan da kayıplar yaşadığı bir mutabakat olarak tarihe geçmiştir.

Bu ‘toplu sözleşme’ sürecinde gittikçe artan mali, sosyal ve özlük hak kayıplarının yanında hayat pahalılığının doruğa ulaştığı koşullarda söz konusu toplu sözleşmenin TÜİK’in sanal rakamlarına dayalı ‘enflasyon hedeflerine’ göre yapılan maaş artışları başta kamu emekçileri olmak üzere emeklilerinin kayıplarını gittikçe artırmıştır.

Ne yazık ki aradan geçen süre, yaşanan hayat pahalılığının yarısına bile denk gelmeyen TÜİK enflasyon rakamlarına dayalı maaş aratışları ile kamu emekçilerini ve emeklileri derin bir yoksulluğa sürüklemiştir.

Öte yandan yetkili konfederasyon 6. Dönem mutabakatla sadece ekonomik kayıpların altına değil, temel sendikal hak ve özgürlüklerden olan sendikal ayrımcılığın altına da imza atmıştır.

Mutabakatla 2022’de 400 TL olarak ödenecek olan toplu sözleşme ikramiyesinden sadece kurulu olduğu hizmet kolundaki kamu görevlisi sayısının en az yüzde 1’den fazlasını üye kaydeden sendikalara üye olan kamu görevlilerinin yararlanması hükmü eklenmiştir. Böylece 192 sendikaya üye 56 binden fazla kamu emekçisi daha baştan sadece farklı sendika seçtikleri için cezalandırılmak istenmiştir.

Mevcut 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme yasasının 28. Maddesinin, “Toplu sözleşme ikramiyesi hariç olmak üzere toplu sözleşme hükümlerinin uygulanmasında sendika üyesi olan ve sendika üyesi olmayan kamu görevlileri arasında ayrım yapılamaz” fıkrasına aykırılık içeren bu maddenin sendikal örgütlenme özgürlüğüne aykırı olduğu aşikardır.

Söz konusu baraj düzenlemesi sadece mevcut 4688 sayılı yasanın 28 maddesine değil, Anayasaya, ILO sözleşmeleri olmak üzere uluslararası sözleşmelere, sendikal hak ve özgürlüklere ilişkin çok sayıda AİHM kararına aykırıdır.

Konuya ilişkin Danıştay 12. Dairesi, sendikaların yaptığı iptal başvurusunu 08.12.2021 tarihinde oybirliğiyle karara bağlamış ve % 1 barajına ilişkin düzenlemesinin yürütülmesinin durdurulmasına karar vermiştir.  Danıştay’ın yürütmeyi durdurma kararına rağmen 11. Madde ile birlikte AKP iktidarı bu 12. Madde ile birlikte demokratik yargı kararlarını bile hiçe sayarak kanuni düzenleme yapmaya çalışmaktadır. Mevcut durumda 231 sendikanın 188’i %2 barajına takılmaktadır. Söz konusu düzenlemenin yasalaşması halinde 2 Temmuz 2022 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan ÇSGB tebliğini esas aldığımızda 11 hizmet kolunda kurulu bulunan toplam 231 sendikanın tam 188’i %2 barajı altında kalacaktır. Söz konusu sendikalara üye “81 bin 828 kamu emekçisi”, mevcutta toplu sözleşme ikramiyesinin üçte birine denk gelen “destek” ile yetinmek zorunda bırakılacaktır. Kamu emekçileri arasında bu şekilde bir ayrımcılık yapılması hukuki değildir.

Bu 12. Madde teklifi ile;

  • %2 barajını aşan sendikaların üyeleri mevcutta 2119 gösterge rakamına göre aldıkları mevcutta 707 TL “toplu sözleşme ikramiyesinden” yaralanmaya devam edecektir. Ancak, %2 barajının altında kalan sendikaların üyelerine ise bunun üçte birine denk gelen (750 gösterge rakamına göre 250 TL) “toplu sözleşme desteği” ödenmesi hedeflenmektedir.

Öncelikle yukarıda da dikkat çektiğimiz üzere 2022-2023 yıllarını kapsayan olan 6. Dönem toplu sözleşme metninde ‘’ yüzde 1’’ baraj şartı olarak yer alan düzenleme hakkında açılan davalar sonucunda Danıştay tarafından yürütmenin durdurulması kararı verilmiştir. Buna rağmen iktidar yüzde 2 baraj şartını ön gören bu “yeni” düzenleme ile açıkça Danıştay kararını çiğnemektedir.

Mevcutta “toplu sözleşme ikramiyesinin” üçte birine denk gelen, yasalaşması halinde önümüzdeki yıllarda bu farkın daha da açılacağı “toplu sözleşme desteği” yutturmacası ile yasaların arkasından dolaşmayı hedeflemektedir.

Bu ülkenin kamu emekçilerinin, emekliklerinin bitip, tükenmeyen bu aldatmacalara karnı toktur. Ne kadar cilalanırsa cilalansın düzenleme ile Anayasal ve başta ILO sözleşmeleri olmak üzere uluslararası sözleşmeler ile güvence altına alınmış örgütlenme ve toplu pazarlık hakkının tamamen ortadan kaldırılmasının hedeflendiği açıktır.

Anayasanın 51. Maddesinde yer alan sendika kurma hakkı açıkça ihlal edilmekte, sendika seçme ve örgütlenme özgürlüğünü en temel hak sayan ILO 87. ve 98 sayılı sözleşmeleri yok sayılmaktadır.

’Uluslararası, Anayasal ve yasal düzenlemeler çerçevesinde temel hak ve özgürlükler kapsamında güvence altına alınmış örgütlenme ve toplu pazarlık hakkının temin edilmesini sağlamak’ için yapılması gereken ilk iş sendikal hak ve özgürlüklerin önünü daha da tıkayan değil, açan düzenlemeleri, grev hakkı ile tamamlanmış bir gerçek bir toplu pazarlık sistemini derhal hayata geçirmektir.

Bütün bunlara göre; kamu emekçileri arasında ayrımcılığa sebep olacak bu madde teklif metninden çıkarılmalıdır.

GEÇİCİ MADDE 1:

Geçici madde ile getirilen bu düzenlemenin genel gerekçesinde “Düzenleme ile vatandaşların TEDAŞ’a olan geçmiş dönem elektrik tüketiminden kaynaklanan borçlarına ilişkin yapılandırma imkan sağlanarak tarımsal, ticari ve sınai faaliyetlerin canlandırılması hedeflenmektedir. Bu alacaklara ilişkin taksitlendirme imkanı ile yıllara sari olmak üzere ödenmeyen elektrik tüketiminden kaynaklanan alacakların tahsilinin sağlanacağı öngörülmektedir. TEDAŞ’ın bazı alacaklarını bazı kurum ve kuruluşlardan elde edilen tevsik edici belgeler ile tahsil kabiliyetini kaybettiği anlaşıldığından Kurum kaynaklarının gereksiz yere kullanılmaması için zarar kaydı yapılmasına ilişkin yasal düzenleme öngörülmektedir.”

Madde gerekçesinde ise daha fazla detaya yer verilerek; asıl alacak tutarı 2 bin TL’nin altında kalan abonelere ait alacaklar ile tahsilatında zorlanılan alacakların kapsam içinde olacağı şöyle izah edilmektedir:

Bilindiği gibi TEDAŞ, ülke çapında elektrik dağıtım bölgelerine bölünerek, büyük ölçüde özelleştirilmiş bir kurumdur. Özelleştirme devirleri sırasında, alacakların bir kısmı özel şirketlere aktarılırken, bir kısmı ise TEDAŞ’da kalmıştır.  Somut olarak teklifle teklif asıl miktarı 2 bin TL ve altında olan tüm alacakların tahsilinden vaz geçilmesini ve varsa icra takiplerinin de sonlandırılmasını öngörmektedir.

Öncelikle TEDAŞ’ın bu kapsamdaki alacakları özelleştirme öncesinden kaynaklanmaktadır. 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun kapsamında elektrik dağıtım alanında özel sektöre devir işlemleri, ilk olarak 28 Ocak 2009 tarihinde Başkent Elektrik Dağıtım AŞ’nin yüzde 100 oranındaki hissesinin Enerjisa Elektrik Dağıtım AŞ’ye devredilmesi ile başlatıldı. 2009 yılı içerisinde toplam 3 dağıtım şirketi (Başkent, Sakarya, Meram Elektrik Dağıtım AŞ) 2010 yılında toplam 6 dağıtım şirketi (Osmangazi, Çamlıbel, Uludağ, Çoruh, Fırat, Yeşilırmak Elektrik Dağıtım AŞ), 2011 yılı içerisinde 1 dağıtım şirketi (Trakya Elektrik Dağıtım A.Ş.) özel sektöre devredildi. 2013 yılı içerisinde ise 8 dağıtım şirketi (Akdeniz, Boğaziçi, Gediz, Aras, Dicle, İstanbul Anadolu Yakası, Vangölü ve Toroslar Elektrik Dağıtım AŞ) hisseleri özel sektöre devredildi.  30 Eylül 2013 tarihinde Toroslar Elektrik Dağıtım AŞ’nin özel sektöre devri ile TEDAŞ’ın bağlı şirketlerinin tamamı özelleştirildi. Böylece dağıtım ve perakende satış faaliyetlerinde kamunun pazar payı kalmadı.

Söz konusu alacakların önemli bir bölümü 2009 tarihinden öncesine dayandığı farz edilebilir. 2009 Ocak ayı baz alındığında EMO’nun hesaplamalarına göre 4 kişilik ailenin bir aylık tüketimi olarak kabul edilen 230 kWh için 57,3 TL ödeme yapılmaktaydı. Teklif metninde geçen 2 bin TL ile o dönemde 4 kişilik bir ailenin yaklaşık 34,9 aylık faturası ödenebilmekteydi. Kasım 2022 itibariyle aynı tüketim için konutlarda 398,95 TL ödeme yapılmaktadır.

Teklif metninde yer alan 2 bin TL’nin, Kasım 2022 itibariyle mali değeri 13 bin 914 TL’dir. Fatura ödenememesi durumundan enerji kesintisine gidildiğinden geçmişte konutlarda 34-35 aylık aile tüketimine eş değer bir borcun oluşması çok olası değildir. Bugünkü mali karşılığı 13-14 bin düzeyine yükselen bu alacakların tahsilinden vaz geçilmemelidir. Kaldı ki genel gerekçede ve madde gerekçesinde 2 bin TL ve altında kalan alacakların toplam miktarına yer verilmemiştir. Tahsilinden vazgeçilmesi durumunda kurumun mali yapısına ilişkin etkilerine irdelenmemiştir.

Ayrıca teklif metninde miktardan bağımsız olarak bazı aboneler için tahsilattan vaz geçilmesi ön görülmektedir. Bir kamu kuruluşun, “Türkiye Cumhuriyeti Kimlik Numarası ve Vergi Kimlik Numarası tespit edilememesi” borçluya ulaşılamaması başlı başına bir sorundur.

TEDAŞ’ın bu kişilere ulaşıp tahsilatlarını yapması gerekirken, teklif metnine “ticaret sicilinden terkin edilmiş ve tasfiye edilmiş” ibaresi de eklenerek, yeni bir kategori eklenmiştir. Böylece “ticaret sicilinden terkin edilmiş ve tasfiye edilmiş” şirketleri sorumlularına da bir tür af sağlanmıştır. Genel ve madde gerekçesinde bu kapsama giren alacakların sayısı ve miktarına ilişkin bilgi de yer almamaktır. Bu haliyle Geçici Madde 1’in birinci, ikinci fıkralarının yasalaşması uygun değildir.

Borç 2009’dan, Ödeme 2027’de

Maddenin üçüncü fıkrasında ise birinci fıkra kapsamında yer alamayan alacaklar için ise yeni bir yapılandırma olanağı getirilmektedir. Daha önceki kanunda kapsamında yapılan yapılandırmadaki şartları yerine getirmeyenler de dahil olmak üzere yeni bir yapılandırma gidilmesi doğru değildir.

Ödeme yapılması durumunda, faiz, zam ve katsayı uygulanmayacağı da hüküm altına alınmaktadır. Ödenmemiş veya yapılandırılmamış olan alacaklarının asıllarının tamamı için 2023 yılının Eylül ayı sonuna kadar TEDAŞ’a yazılı başvuruda bulunulması ve ilk taksiti 2023 yılının Ekim ayının son gününe kadar ve bakiyesinin her yılın Ekim ayı sonuna kadar toplam 5 (beş) eşit taksitte ödenmesi öngörülmektedir.

Teklif edilen maddesinin bu haliyle yasalaşması durumunda, 2009 öncesine dayanan borç için faizsiz veya güncelleme yapılmadan, “her yılın Ekim ayı sonuna” kadar ibaresiyle 5 yılla çıkan bir ödeme takvimi oluşacaktır. Üçüncü fıkranın bu haliyle yasalaşması durumunda 2009 öncesinden borcu bulunanlardan birinci ve ikinci fıkradan faydalanmayanlara; 2027’de tamamlanacak bir faizsiz ödeme imkanı sağlanmaya çalışılmaktadır. 2027’de ödenecek son taksit ile 18 yıl öncesinin rakamlarıyla fatura ödeme imkanı getirilmesi, sorunluluklarının düzenli olarak yerine getiren tüm yurttaşlar için ibret vericidir.

Faizsiz borç yapılandırma işlemleri için bu kadar uzun vade kabul edilebilir değildir. Kaldı ki bu yapılandırmanın hedef kitlesini, 2009 öncesinde 2 bin TL’yi aşan borcu olanların oluşturması nedeniyle dar gelirli, desteklenmesi gereken kesimler oluşturmamaktadır. Kurumun mali yapısı üzerindeki etkisinin belirsiz olduğu göz önüne alınarak, maddenin üçüncü fıkrası da reddedilmelidir.

Bu düzenleme yerine TEDAŞ elektrik dağıtımındaki teknik sorumluğunu yerine getirmesini sağlamak için kurumun kadro, yetki ve mali olarak güçlendirilmesi içeren düzenleme yapılması daha yerinde olacaktır.

TEDAŞ’ın alacaklarının takibi için hukuk müşavirliği kapsamındaki kadro sayının artırılması, elektrik dağıtım bölgelerinde sahada görev yapacak teknik kadrolarının artırılması gereklidir.

Söz konusu teklif maddesi TEDAŞ’ın eski dönem alacaklarından yola çıkarak, kurumun tasfiyesini hızlandırmayı hedeflemektedir. Özel elektrik dağıtım şirketlerinin yaşadığı ve önümüzdeki dönemde yaşaması olası sorunalar karşı, ülke çapından teknik gereksinimleri karşılayacak bir kurumun bulunması, dağıtım hizmetlerinin sağlıklı olarak sağlamasının güvencesidir. Bu kapsamda başta mali konular olmak üzere TEDAŞ’ın güçlendirilmesi için adım atılmalıdır.19/12/2022

                     

akenanoglu

alikenanoglu.net
Başa dön tuşu