KonuşmalarTBMM Faaliyetleri

TRT payının kaldırılması adı altında ülkenin limanları ve ormanları ranta açılıyor!

Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul Milletvekili Ali KENANOĞLU, elektrik faturalarındaki TRT payının kaldırılması adı altında 22 kanunda değişiklik öngören torba kanun teklifi üzerine Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulu’nda konuştu. İktidar tarafından acele bir şekilde Meclis’e getirilen torba kanun teklifinin Anayasa’ya aykırılıklar içerdiğini belirten Kenanoğlu, TRT payının kaldırılması adı altında ülkenin limanlarının ve ormanlarının ranta açılmak istendiğini ifade etti.

Konuşma tutanak metni ve videosu aşağıda yer almaktadır.


Dönem: 27 Yasama Yılı: 5 Tarih: 30.11.2021 Birleşim: 24 Ham Tutanak Sayfası: 217

Konuşmacı: ALİ KENANOĞLU Seçim Çevresi: İSTANBUL

HDP GRUBU ADINA ALİ KENONOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Aceleyle getirilmiş, her zamanki usul ve esasların benimsendiği bir torba kanunla karşı karşıyayız. Şüphesiz, kanun yapma tekniğine yönelik eleştirilerimizi her seferinde hatırlatmak babında tekrar ediyoruz çünkü bu kanun da 22 kanunda değişiklik öngören bir torba kanun hâlinde karşımıza çıktı ve bizim de üyesi olduğumuz Komisyona geldi.

Şimdi, öyle bir şey var ki, örneğin, Kooperatifler Kanunu’nda bir düzenleme yapıyoruz ki Kooperatifler Kanunu’nda bir maddeyi erteliyoruz. Şimdi, Kooperatifler Kanunu burada ne zaman görüşüldü? Daha bir ay bile olmadı yani, bir ay bile olmadı. Komisyona geldiği süre açısından baktığınız zaman iki hafta öncesindeki yasalaşmış bir maddeyle, bir kanunla ilgili bir düzenleme getiriyoruz.

Biz hep şunu söylüyoruz: Bu kanunlar çıkarılırken geniş kesimlerle, muhataplarıyla tartışılmadığı sürece böyle alelacele bir şekilde, siparişle getirilen kanunları arkasından, aynı dönem içerisinde hatta burada olduğu gibi, şimdi olduğu gibi aradan iki hafta, üç hafta geçtikten sonra değiştirmek zorunda kalıyoruz.

Şimdi, burada da aynı durum söz konusu. Şimdi, Sayın İbrahim Kaboğlu Hocamın söylediği bu “Bu kanunun bir adı yok.” Bu kanun esasında seçim yatırım kanunu. Yani seçimlere yönelik hazırlık yürütülen bir kanun. Bunun detaylarını da anlatacağım, birkaç maddede bunu görebilirsiniz. Baktığınız zaman, kanun yapılırken komisyonlarda şöyle bir usul vardır, şöyle bir yöntem vardır: Kanunu yaparken kanunla ilgili STK’ler, kurumlar, kuruluşlar çağırılır, onlardan görüş alınır, kanunun doğrudan etkilendiği kesimler vardır, onlardan görüş alınır ve bu görüşler çerçevesinde kanun düzenlenir. Şimdi, burada bakıyorsunuz, listeyi aldım ben arkadaşlardan, 4,5 sayfalık bir listeyle çağrılı kurumlar, kuruluşlar, STK’ler var ama oysa, içerisine baktığınız zaman bunların büyük bir kesimi devlet kurumları yani olması gerekenler, kamu kurumları var burada. Onun haricinde bakıyorsunuz, şirketler var yani Digitürk Exxen gibi, kanun maddelerinde kendilerini ilgilendiren şirketler var. Onun haricinde, “STK’ler” adı altında Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, Kulüpler Birliği, Türkiye Futbol Federasyonu, Süt Üreticileri Birliği var -bu her tarafa çağrılıyor, bunu anlamadık, Kobani davasında da vardı bunlar; hani nedir, anlaşılmış değil bu mesele- Yeşilay, Kızılay gibi kurumlar vardı. Şimdi, biz komisyonlara söyledik, peki, yani burada doğrudan bu kanundan kaynaklı olarak etkilenen halk kitleleri, onların temsilcileri niye yok örneğin? Şimdi, Türkiye Futbol Federasyonu’nu, EXXEN’i, Digiturk’ü çağırıyorsun da taraftar gruplarını niye çağırmıyorsun örneğin? Çünkü “futbol” denilen, sizin endüstrileştirdiğiniz bu futbol mevzusu; onu bir değer hâline getiren, o kazancı ortaya koyan, o geliri ortaya koyan; o büyük, devasa bir piyasayı oluşturan şey sadece futbolculardan ve kulüplerden mi oluşuyor? Yani o maçı izleyen, o biletleri satan alan bütün o taraftar kitleleri bu işin içerisinde yok mu? Tam tersine, esasen onlar oluşturuyor. Burada futbol yayınlarıyla ilgili bir düzenleme var ama bununla ilgili örneğin taraftar temsilcilerine -taraftan kulüplerinin dernekleri var, onların temsilcileri var, taraftar grupları var- bunlara sorulmuyor: “Ya, siz ne düşünüyorsunuz bu konuda? Sizin bu konuda şikâyetleriniz var mı? Bu mevzularda bir talebiniz var mı?” diye bütün bunlar sorulmuyor, Süt Üreticileri Birliğine soruluyor. Keşke, Süt Üreticileri Birliğiyle ilgili kanunlar, düzenlemeler yapılırken onlara sorulsa, onları da alakasız şeylerde alakasız kurumlar çağırıyor. Tabii, bu yasa yapma mantığı bize şunu gösteriyor: Esasında, AKP’nin doğrudan şirketleri muhatap aldığının, şirketleri esas alan düzenlemelerle bu kanunları yaptığının da başka bir belgesi.

Şimdi, bu kanunun ismi yok dedik ancak bu kanun hani zehirli bir elma şekeri şeklinde. Kamuoyunda bir ismi var: Elektrik faturalarından TRT payının kaldırıldığı kanun. Şimdi, bu güzel bir şey tabii; bu oldukça albenili, işte herkesin destekleyebileceği, kimsenin itiraz etmeyeceği, hatta bütün parti gruplarının zaman zaman “Ya, bu elektrik faturalarından TRT payı kaldırılmalıdır.” dediği bir kanun maddesi var burada. Şimdi, bu madde çerçevesinde kanun böyle söylüyor, oysa resmî adı “Bazı Kanunlarda Değişiklik…” ama kamuoyuna özellikle yandaş medya tarafından bu sunuluyor. Şimdi, bunun içerisinde zehirler var, tabii, o zehirlere geleceğiz ancak elektrik faturası mevzusunu iyi irdelemek ve konuşmak gerekiyor çünkü TRT payını… Yani TRT, bir kere, artık bir kamu kurumu, bir kamusal hizmet veren bir yayın organı olmaktan çıkmış durumdadır, böyle görmüyoruz zaten. En tarafsız olması gerektiği yerlerde yani ülke seçime giderken bile TRT’nin iktidarın bir borazanı olduğunu çok net bir şekilde görüyoruz. Hatta bırakın muhalefet partilerinin haberlerini vermeyi -özellikle HDP açısından, bizim açımızdan- aleyhte yayın yapan bir tutumu var, bunu da Komisyon esnasında yaşadık. Komisyon esnasında ben bir konuşma yaptım, önce usul üzerine, arkasından da esas üzerine yirmi beş dakikalık konuşma yaptım, usul üzerine kullandığım bir cümleyi alıp haberleştirdiler. Burada da söyledim ya şimdi, cümle de şuydu: “Ya, niye böyle alelacele kanunlar getiriyorsunuz, bu kanunları niye acele yapıyorsunuz?” Şimdi, kanunun başlığını şöyle veriyor: “Elektrik faturasından TRT payının çıkarılması.” Ve ben de buna itiraz etmiş oluyorum, mevzu bu. Birisi okuduğu zaman “Ya, bu HDP’nin vekili, temsilcisi bunun neyine itiraz ediyor.” diyecek. Yani, okuduğun zaman bu böyle. Ya, yapmayın daha iyidir. Muhabir yanıma geldi “Ya, niye itiraz ediyorsunuz Vekilim.” diye. “Ya, kardeşim, bizimle ilgili haber yapmayın. Yaptığın haberi al, oku bakayım.” dedim, sen bir gör bir kere o haberi. Şimdi, mevzu bundan ibaret arkadaşlar. O anlamıyla, TRT bağımsızlığını yitirmiştir ve kesinlikle hiç kimse TRT’yi bağımsız, kamusal hizmet veren bir kurum olarak değerlendiremez. O anlamıyla, elektrikteki TRT payı zaten çok düşük, hani bu kaldırılıyor; olumludur, buna bir itirazımız yok ama bu yetmez, bandrol payının da kaldırılması lazım. Televizyonlardan, radyolardan, cep telefonlarından, akıllı saatlerden alınan ve aslında TRT’nin gelirlerinin önemli bir kesimini sağlayan bandrol ücretlerinin de kaldırılması gerekiyor.

Yine, bu düzenlemeyle elektrikte bir tarife sistemi getiriliyor yani “Bu çalışılacak ve getirilecek.” deniliyor, bunun önü açılıyor; işte, bunun düzenlemesi yapılıyor: Kademeli fatura sistemi. Şimdi, peki, bu kademeli fatura sistemi vatandaşın hayrına mı olacak? Özellikle elektrik harcamalarının, elektrik tüketimlerinin yoğun olduğu kış aylarında vatandaşın aleyhine bir düzenleme olmayacak mı, bunu biz anlayamıyor muyuz? Çünkü belli bir kotadan sonra fatura katlanacak. Peki, o kota ücretsiz mi? Değil. Komisyonda da önerge verdik, dedik ki: “200 kilovatsaate kadar vatandaşın kullandığı elektrik ücretsiz olmalı.” Hani şimdi, bu elektrik arzındaki elektrik fazlamızdan bahsediyoruz, enerjideki fazlamızdan bahsediyoruz. İşte, “Şöyle nükleer santral yaptık, oradan şu kadar elektrik elde edeceğiz; HES yaptık, oradan bu kadar elektrik elde edeceğiz.” bunlardan bahsediyoruz. Peki, bunları elde ederken vatandaşın, yurttaşın, canlıların doğasını, yaşam alanlarını tahrip ediyoruz ama buradan elde edilen gelirin paylaşımına geldiğimiz zaman da bundan hiçbir şekilde vatandaşı faydalandırmıyoruz, tamamen şirketleri esas alıyoruz. Biz orada da iddia ettik, Komisyonda da söyledik, şirketlere pandemi sürecinde indirim yapıldı, tedarik şirketlerine yapıldı. Bu indirimler hiçbir şekilde faturaya yansıtılmadı. Şimdi, bakıyorsunuz, 1 Temmuzdan itibaren geçerli olmak üzere abone gruplarına yüzde 15 zam yapıldı ve Türkiye İstatistik Kurumunun verilerine göre 2018’den bu yana mesken abonelerinin elektrik faturalarına yüzde 122 civarında zam yapıldı. Şimdi, indirim ne zaman yapılmış? Hani dedim ya “Bir seçim kanunu; bu, seçime yönelik bir yatırım.” diye, AKP iktidarı döneminde elektrik faturalarında sadece 2019 yerel seçimleri öncesinde yüzde 10 indirim söz konusu, bir de şimdi, işte, bu TRT payı alınmayarak bir indirime gidiliyor. Hani o anlamıyla bir hazırlık yani seçime hazırlık -erken ya da zamanında- çerçevesi noktasında ele alınmış bir durum. Zaten indirilen pay çok yüksek değil yani vatandaşa yüzde 2-2,5 gibi bir oranla ancak yansıyabilecek ama bunun gürültüsü çok kopartılıyor, propagandası büyük yapılıyor, “Vatandaşa büyük faydası olacak.” şeklinde ifade ediliyor ancak bu işin gerçeğine baktığınız zaman bundan ibaret değil; özellikle kademeli fatura sisteminin vatandaşa çok daha büyük maliyete yol açacağını düşünüyoruz çünkü özellikle kış aylarındaki fazla elektrik sarfiyatı nedeniyle buna yol açacaktır.

Bir de burada biz geçen hafta araştırma önergesi de verdik bu saat düzenlemeleri meselesiyle ilgili. Oradan da ciddi bir elektrik sarfiyatı var ve biz bunu söyledik zaten “Bu, elektrik şirketlerinin işine yarayan bir şey çünkü çocuklar, okula gidenler, işe gidenler çok erken saatlerde kalkıyorlar ve çok ciddi bir şekilde hem doğal gaz tüketiliyor hem elektrik tüketiliyor ve buradan sadece elektrik şirketleri ve enerji şirketleri kâr sağlıyor, onun haricinde başka bir faydası yok.” dedik.

Tabii, kayıp kaçak mevzusu her toplantıda tartışılan konulardan bir tanesi oluyor, önerilerden bir tanesi oluyor. Biz Komisyonda da söyledik, kayıp kaçak konusunda bir bölge halkını suçlamak, ona yönelik bir algı oluşturmak yanlıştır, bilimsel olarak da doğru değildir çünkü kayıp kaçak mevzusunun tümüyle elektrik dağıtım şirketlerinin üzerlerine düşen görevleri yerine getirmediklerinden kaynaklı olarak, trafoları ve elektrik dağıtım hatlarını yenilemediklerinden kaynaklı olarak tüketiciye giden yolda kayıp elektrikten kaynaklı olduğunu ifade etmek isteriz. Bu konuyla ilgili gerek bölgedeki odalardan gerekse o bölgede faaliyet yürüten şirketlerden de aldığımız görüşler var, bunları da bir rapor hâline getirmiştik.

Şimdi, arkadaşlar, diğer taraftan, bu maddedeki zeyillerden biri de ormanlık alanların tahribatı konusu. Tabii, Anayasa’ya uygunluk tartışması esnasında da konu edildi, sulak alanlarda balık çiftlikleri, alabalık yetiştirme tesisleri ve benzeri şeyler üzerine tartışıldı. Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen bir yasanın etrafından dolaşılarak yeniden getiriliyor. Burada, tesis kurma çok açık bir şekilde reddedilmiş olmasına rağmen yeni düzenlemeyle yine, burada, bekçi kulübesi ve benzeri adlarla birtakım tesisler kuruluyor.

Bugün bir haber vardı, bu ilginçti. Şimdi, basına yansıyan, daha doğrusu Resmî Gazete’de yayımlanan bir şey. O habere de baktığınız zaman, “Orman Kanunu’nda değişiklik: ‘Kamu yararı’ ve ‘zaruret’ varsa yapılaşmaya izin çıktı.” diye bir haber var. Orman Kanunu kapsamındaki ormanlık alanlarda yapılaşmaya yönelik yönetmelik değiştiriliyor yani esasında bizim kanunla dahi değiştiremeyeceğimiz bir husus Cumhurbaşkanlığı tarafından yönetmelikle düzenlenerek bir sürü imkân oluşturuluyor. Resmî Gazete’nin bugünkü sayısında yer alan yönetmelik “Ormanlık alanlarda, kamu yararı ve zaruret bulunması hâlinde liman, geri hizmet alanı, havaalanı, demir yolu, teleferik hattı, tünel gibi ulaşım tesislerine, savunma ve güvenlik tesislerine, enerji üretim santralleri, radyo televizyon verici istasyonu ve antenleri, baz istasyonları, petrol ve doğal gaz boru hattı, ruhsata dayalı petrol ve doğal gaz arama, işletme ve yer altı doğal gaz depolarına ilişkin tesislere, aile sağlığı merkezi, hastane gibi sağlık tesislerine, ilk, orta, lise ve dinî eğitim tesisi ile dinî eğitim tesislerine bağlı uygulama maksatlı ibadethane tesisi gibi eğitim tesislerine, ceza infaz kurumu tesislerine ve buna bağlı yer, bina ve tesislere izin verilebilecek.” diyor. Şimdi, bir yönetmelikle orman alanlarının neredeyse bütünü inşaat alanına çevrilebilecek bir hâle getiriliyor. Şimdi, biz diyoruz ki: “Ya, anayasal olarak Orman Kanunu’nu burada biz milletvekilleri olarak kanun şeklinde bile değiştiremeyiz.” ama -bugün yayınladı bu Resmî Gazete’de- ormanlık alanların tümünü tahrip edecek bir yönetmelik çıkarılıyor.

Şimdi, bütün bu kapsamda deniliyor ki: “Ya, efendim, bunlarla ilgili ÇED süreçleri olacak.” Ya, ÇED sürecinin Türkiye’de, iktidarınız döneminde nasıl işletildiğini çok iyi biliyoruz yani ÇED’in nasıl arkasından dolanıldığını, ÇED kapsamına girmemesi için parselasyonların nasıl bölündüğünü ve bunların üzerinden bir olur çıkarılmaya çalışıldığını, birçok yerde de ÇED’e karşı açılan davalar kazanılmasına rağmen işlemlerin sürdüğünü ve sürdürüldüğünü biliyoruz, bunun uygulaması belli. O anlamıyla, ormanı -hani çok klasiktir bu, ifade edilir- eskiden devlet korurdu vatandaşa, köylüye karşı; şimdi vallahi köylüler size karşı, özellikle iktidara karşı ormanı korumak zorunda kalıyorlar, maalesef bu düzenleme de böyle bir şeyin yolunu açıyor.

Şimdi, diğer bir mesele, limanların kırk dokuz yıllığına ihalesiz kiralanması meselesi. Burada en çok tartışılan Antalya Limanı’ydı, Komisyonda da oldukça tartışıldı çünkü Antalya Limanı bir Katarlı… Katarlılara verilmiş daha doğrusu. İşte, ihalesinin bitmesine yedi yıl, sekiz yıl kala Katarlılar geri geliyor ve buraya 140 milyon dolar para vererek alıyorlar. Ya, bir dakika! Süresinin dolmasına çok az kalmış, sen öbür şirketten bunu kiralıyorsun yani bir garip ilişki var burada. Tabii, bu yasayla ortaya çıkıyor ki yani iktidar şöyle düşünüyor: “Yakında bir seçime gideceğiz -seçim yatırımı dedik ya- ne olur, ne olmaz; hani, biz zaten bu seçimi de kaybediyoruz, anketler de öyle gösteriyor. Biz, bu Katarlılara verdiğimiz sözleri bir yerine getirelim, bu kanunu şimdiden çıkaralım.” Şimdi, bu var ve Antalya Limanı on dokuz yıl daha uzatılarak toplam süresi ihalesiz bir şekilde kırk dokuz yıla -yani karşı tarafın talep etmesi hâlinde- uzatılıyor ve hiçbir şekilde, işin içinde ihale yok, doğrudan teslim ediliyor.

Şimdi, bu limanlarla ilgili başka bir mevzu da bu limanların yurt dışındaki şirketlere verilmesi; işte, Antalya Limanı’nın Katarlılara verilmesi gibi. Bu da neye yol açıyor? Türkiye’nin çok ciddi bir şekilde uyuşturucu merkezi olmasına yol açıyor. Mersin Limanı çok tartışılıyor, biliyorsunuz. Mersin Limanı’na getirilen, o Amerika Kıtası’ndan, Kolombiya ve benzeri yerlerden getirilen uyuşturucuların Mersin Limanı üzerinden dağıtıldığı iddiaları üzerine Mersin Limanı’nı işletenler “Bizim böyle bir şeyimiz yok.” deyip geçip gidiyorlar; bir soruşturma, inceleme, şudur budur, bilmem ne de yok. Yani bütünüyle Türkiye’nin artık bir uyuşturucu merkezi hâline dönüştürülmesinde, bu limanların yabancı ülkelere yani dış ülkelere ve şirketlere verilmesi çok doğru orantılıdır. Bu da bilinçli bir tercihtir arkadaşlar, bilinçli bir tercihtir.

Şimdi, değerli arkadaşlar, diğer taraftan, vakıflar meselesi vardı; hani bu “çift maaş” olarak falan da kamuoyunda tartışıldı. Esasında, baktığınız zaman, bir emekli maaşını alması düzenlemesi üzerine kurulu bir sistemdi. Komisyonda dikkatimizi çekti; hani diyoruz ya, hep bir elma şekeri süslemesi yapıyorlar, bu maddenin Komisyondaki elma şekeri de Kızılaydı. Kızılay gelmiş sadece; Yunus Emre Vakfı, Maarif Vakfı, Yeşilay; bunlar yoklar, öbürlerinin hiçbiri gelmemiş. Kızılay tabii, kamuoyunda bilinen; ne iş yaptığı bilinen, desteklenen bir kurum bir taraftan, kamu yararı çok yüksek olan bir kurum. Buradan kaynaklı olarak elma şekeri niteliğinde, Kızılay geldi, orada biraz duygu sömürüsü, biraz ajitasyon, biraz dert yandı, sıkıntılarını, sorunlarını anlattı, niye buna ihtiyaç duyduklarını anlattı ama diğer kurumların niye buna ihtiyaç duyduğuna yönelik herhangi bir söz duyamadık, bu kanun teklifinin gerekçesini izah edemediler, anlatamadılar.

Biz şunu söyledik: Kanunlar kurumlara ve kişilere özgü olmaz. Burada sayılan 4 vakıf var ve bu 4 vakfa özel bir kanun çıkartılıyor, oysa kanunların kişilere özgü değil, kurumların tamamını yani geneli kapsayacak bir şekilde olması lazım. Örneğin şunu diyebiliriz: “Kamu yararına vakıflara böyle bir şey yapacağız.” Hani, bu tartışılır, ayrı bir konu ama burada bile geneliyet esası vardır yani geneli kapsayan bir ilke, bir tutarlılık vardır. Yani kurum adı sayılarak kanun çıkartılır mı ya? Vakfın adını sayarak kanun çıkartıyoruz yani “Şu vakıf, işte Kızılay, Yunus Emre, Maarif ve Yeşilay Vakfına şu özellik, şu hak tanınacak.” diyoruz yani. Böyle bir düzenleme içerisinde yürütülen bir kanun var. Dolayısıyla kanunun tümüne baktığımız zaman olumlu olarak görmüş olduğumuz bu ve esasında “elma şekeri” diye de nitelendirdiğimiz o süsleme içerisinde bulunan elektrik faturalarındaki TRT payının kaldırılması adı altında Anayasa’ya ve yasalara birçok aykırılık hususları var. Öyle bir şey ki yani çıraklar ile meslek eğitim mensuplarıyla ilgili kanun var; orada da söyledik: “Ya, bu kanun bizi hiç ilgilendirmiyor yani bizim Komisyonla hiç alakası yok. Millî Eğitim Bakanlığını ilgilendiriyor ve Millî Eğitim Komisyonunda görüşülüp gelmesi gereken bir kanun.” Ama o kanunla demişler: “Hazır, böyle süslü püslü bir paket oluşturduk. Bunu da nasıl olsa buranın üzerinde sunacağız, bunun içinde de bunu geçiririz.” diyerek tutmuşlar yani Millî Eğitim Komisyonunu ilgilendiren, bizim de zerre kadar bizim Komisyonla alakası olmayan bir kanunu da bu maddenin içerisine sokarak burada bize onaylatmaya çalışıyorlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayın sözlerinizi.

ALİ KENANOĞLU (Devamla) – Ya da bir bütün olarak işte, bu güzellemelerle, bu süslemelerle… Şimdi, kanun görüşülüp bittikten sonra haberler şöyle yayılacak: Elektrik faturalarındaki TRT payının kaldırılmasına yönelik kanun kabul edildi ve artık elektrik faturalarında indirim olacak. Böyle, ne orada limanlar var ne ormanlar var ne o Millî eğitimle ilgili düzenlemeler; bunların hiçbiri haberlerin hiçbir yerinde yer almayacak. Bu anlamıyla bunun bütünüyle doğru bir mantık olmadığını, doğru bir yöntem olmadığını söylüyoruz.

AKP iktidarı Anayasa değişiklikleri yaparken de “12 Eylülü yargılayacağız.” diyerek birçok ucube konuyu o paketlerin içerisine koydu, o referandumların içerisine koydu, arkasından da onun öyle bir derdi zaten yoktu, öyle bir şey de olmadı, bu kanun da buna benziyor.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

akenanoglu

alikenanoglu.net
Başa dön tuşu